İstiklal Madalyalı kadın kahramanı dilendirenler utansın!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Voltaire der ki: “Tarih kralların, generallerin çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır. Her millet mazide bu tarlaya ne ekmişse istikbalde onu biçer.”

Geçmişte neler ekilmişti ve bugün biçtiklerimiz nelerdir?

Bir yüz ağartıcı ve bir yüz kızartıcı örnek vereceğiz yakın tarihten. Ve okuduğumuzda göreceğiz ki tarihi bir masal kitabı gibi okumuşuz. 

Yeniliklere karşı diye öğretilen ulema 1913 yılında ne için toplanmış, biliyor musunuz? Uçak parası toplamak için! Yanlış duymadınız, uçak parası toplamak için. 

“Ne acıdır ki, Osmanlı alimlerinin hor ve hakir görüldüğü, geriliğin tek unsurunun onlar olduğu, her türlü ilerleme ve gelişmeye set çektiği, gerici ve yobaz kişilerden teşkil olunduğu yıllarca söylendiği ve tekrar edildiği bir meslek ve sınıfın mensupları, o ilerici ve “İnkılâpçı” zümre yiyip-içerek, gezip tozarak, İstanbul-Paris-Berlin üçgenini çizerek ömür sürdüğü zamanlarda kolları sıvayarak milletinin ordusunun kara ve denizde olduğu gibi ‘hava’da da sesini duyurmasını istemiştir” diyor Sadık Albayrak.

Belge mi? Buyurun beraber okuyalım:

“Harbiye Nezaret-i celilesine,

Merkez ve taşra ilmiye memurları tarafından şimdiye kadar “Tayyare ianesi” adı ile vuku bulan irsalattan Donanma-i Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti” merkez-i umumisine teslim kılınan mebaliğin miktarı, Mecidi 20 kuruş hesabiyle, 53,635 kuruşa ulaşmış ve bu meblağ ile bir adet tayyare satın alınması kabil olabileceği istihbar kılınmış olduğundan Meşayih-i İslamiyenin en güzidelerinden İbn Kemal merhumun yüce adı ile adlandırılmak üzere adı geçen para ile bir adet uçak satın alınması işleminin tamamlanmasına gayret edilmesi yolunda gereken yazının yazılması gerekli oldu efendim… 

12 Safer 1331/7 Kânunisâni 1328 (20 Ocak 1913)”

(Bab-ı Fetva Tahrirat Kalemi, Karton 151, Dosya no 30198, hususi no 61’dan aktaran: Sadık Albayrak, Doğunun İsyanı, Risale Yayınları, İstanbul, 1987, s. 197-198.)

Belgeyi anlaşılabilmesi için bugünkü Türkçeye çevirmek zorundayız. Mânâsı şöyle:

“Yüce Harbiye Nezaretine,

Merkez ve taşra ilmiye memurları tarafından şimdiye kadar “Uçak yardımı” adı ile vuku bulan para gönderme işlerinden Osmanlı Donanması Milli Yardımlaşma Derneği genel merkezine teslim kılınan meblağların miktarı, Mecidi 20 kuruş hesabiyle, 53,635 kuruşa ulaşmış ve bu meblağ ile bir adet uçak satın alınması kabil olabileceği haber alınmış olduğundan İslam alimlerinin en seçkinlerinden (Şeyhülislam) İbn Kemal merhumun yüce adı ile adlandırılmak üzere adı geçen para ile bir adet uçak satın alınması işleminin tamamlanmasına gayret edilmesi yolunda gereken yazının yazılması gerekli oldu efendim…”

Neymiş? 

Osmanlı din âlimleri 20 Ocak 1913 tarihinde, yani bundan 112 yıl önce kendi aralarında para toplayıp bir adet uçak alınması için para yardımını Harbiye Nezareti’ne (bugünkü Milli Savunma Bakanlığına) göndermiş, hatta bu parayla satın alınacak olan uçağın ismini dahi Osmanlı ulemasının en seçkinlerinden olup kısaca Şeyhülislam Kemalpaşazade olarak bilinen İbn Kemal koymayı ihmal etmemişler. 

Din adamları teknolojiye karşıydı, yeniliklere muhalefet ediyordu mavallarını bir çuvala doldurup denize atmamızı gerektirecek olan bu mühim belge üzerinde tekrar be tekrar düşünmemiz gerekir ama kendi tarih ve geleneğiyle bağını kesmiş ve ecdadıyla kavgalı bir topluluğun bu belgeleri ciddiye alacak, hatta fark edecek bir yeteneği kalmamış durumdadır ne yazık ki. Nitekim Sadık Albayrak ağabey yukarıdaki belgeyi kitabına koymamış olsa bir çok havacılık tarihi kitabında olduğu gibi 112 yıl önceki bu çarpıcı hadise de kapsama alanımızın içine giremeyecekti.

Gördüğümüz gibi tarih okuduğumuzu sanıyoruz ama aslında masal okuyoruz. Gerçek kahramanlarımızı unutuyor ve olmayan kahramanları bıkıp uzanmadan kutsuyoruz. 

İşte o gerçek kahramanlarımızdan biri: 

16 Nisan 1988 tarihli Hürriyet gazetesinden bir manşet:

“İstiklal Madalyalı “Kara Fatma”nın dramı.”

Ve altında bir cümlecik: 

“Heykeli dikilecek kadın dileniyor.”

İlginizi çekiyor ve okuyorsunuz bu 37 yıl önceki gazete haberini:

“Adana’nın düşmandan kurtarılması için savaşan, ağır yaralar aldığı halde Ermenilerle mücadele eden “Kara Fatma” lakaplı Fatma Özişçi, İstiklal Madalyası’yla ödüllendirilmişti. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Adana’nın düşman işgalinden kurtarılması için canını dişine takarak savaşan ve tarihe “Kara Fatma” olarak geçen ve en işlek caddeye heykelinin dikilmesi düşünülen 84 yaşındaki Fatma Özişçi dilenerek yaşam mücadelesi veriyor...”

Hem kadın, hem 84 yaşında, hem İstiklal Madalyalı bir kahraman ama dileniyor!

“Nerede bu devlet, nerede bu millet?” diye soruyorsunuz ister istemez ve hemen aynı tarihli gazetenin 17. sayfasını açıyor ve okumaya devam ediyorsunuz:

“(…)İstiklal Madalyalı Fatma Özişçi, şimdi kilise önünde dilenerek yaşam mücadelesi veriyor. Adana’nın en işlek caddesine adı verilen ve heykeli dikilmesi düşünülen 84 yaşındaki Fatma Özişçi, “Ben bu vatanın kurtuluşuna dilenmek için hizmet etmedim” diye yakındı.

Fatma Özişçi, İtalyan Katolik Kilisesi önünde dilenirken, bütün canlılığıyla hatırladığı savaş yıllarında ağır yaralar aldığını belirterek şunları anlattı:

“1917’de Fransızlar, Ermeniler ve İtalyanlar bizi kovalıyorlardı. Mis Bucağı yakınlarında yolumuzu kestiler. Amcam öldü. Onun mavzerini kapıp ateş açtım. 2 düşman askerini öldürdüm, 10 kadarını da yaraladım. Ben de belimden ve bacağımdan süngü yedim. Yaralarım bezir yağıyla tedavi edildi. Sonra çok zulüm gördüm.”

Kurtuluş Savaşı’nı kazandıktan sonra, Atatürk, Adana’ya geldiğinde, kendisiyle tanıştığını söyleyen Fatma Özişçi, “Atatürk hakkımda anlatılanları duyunca ‘Yağız kızmışsın’ dedi. Bana madalya verileceğini söyledi. Böylece Atatürk’ün elinden ilk madalya alanlardan biri oldum” diye konuştu.

Geçmişi hatırladıkça gururlandığını, ancak dilenmekten başka çaresi olmadığını ve buna çok üzüldüğünü belirten Fatma Özişçi, şunları söyledi:

“Yıllar sonra evlendim ve 3 çocuk annesi oldum. Evlatlarım hayırsız çıktı. 29 yıldır yüzlerini görmüyorum. Onların hasretinden gözlerim kör oldu. Bana 10 bin lira yaşlılık maaşı veriyorlar. Oturduğum tek odalı evin kirası 30 bin lira. Dilenmezsem, nasıl yaşarım? Ama ben bu vatanın kurtuluşuna dilenmek için katılıp süngü yemedim. Devletin İstiklal Madalyalı dilencisi olmamalıydım.”

1905 yılında Elazığ’ın Malazgirt (doğrusu Mazgirt olacak, gazete yanlış yazmış-MA) ilçesinde doğan Fatma Özisçi, nüfus kaydına göre Hüseyin ve Arife’nin kızı. Fatma, 1.5 yaşındayken ailesi Adana’ya göç etmiş. Çocuk yaşta yurdun düşman işgaline uğradığını gören Fatma Özişçi, elinde silah, Fransız ve Ermenilere karşı koymuş.

1914-1918 yılları arasında Ermenilere ve Fransızlara karşı Kadirli, Kozan ve Mis cephelerinde çarpışan Fatma Özişçi, 2 Fransız askerini öldürmüş, 10’unu da yaralamış.

Savaşta gösterdiği cesaret ve başarılarından ötürü “Kara Fatma”, “Yağız Kız”, “Kınalı Yeğen” lakaplarıyla tanınan Fatma Özişçi, bu başarılarından ötürü İstiklal Madalyası’na layık görülmüş. Madalyasını Atatürk’ün elinden aldığı ileri sürülen “Kara Fatma”, halen Adana’nın Tepebağ Mahallesi, 8 Sokak, No: 9’da tek odalı bir gecekonduda oturuyor.”

Bu bilmediğimiz Kara Fatma gibi bildiğimiz Kara Fatma adlı kadın kahramanımız da Rus Kilisesine sığınmaya mecbur bırakılmamış mıydı? Nene Hatun bile dilendirilmemiş miydi? 

İyi de onların bu sefaletleri yaşadığı zamanlarda düzenlenen maskeli balolarda dans edenler kimlerdi? 

Kimler kazanmış, kimler kaybetmişti? 

Yakın tarihimizin dramlarının anahtarı bu acı sorularda gizlidir.