KIRILGAN GÜÇ: İnsan Neden Zor Zamanlarda Olgunlaşır?
Hayatın bazı dönemleri vardır; insan kendini içsel bir duvarın önünde bulur. Ne ileri gidebilir ne geri dönebilir. O anlarda içimizde bir şey kırılır. Fakat bu kırılma, bir yıkım değil; çoğu zaman ruhun büyüme çizgisinde açılan ilk gediktir.
Kırılganlığı çoğu zaman gizlemeye çalışırız. Güçlü görünmek isteriz, acıyı belli etmeyi meziyet sayarız. Oysa insanlık tarihinin en bilge isimlerinden, Hintli yogilerden sufîlere kadar pek çok öğretmen, gerçek gücün tam da kırılma anlarında doğduğunu söyler.
Zor zamanlar bizi tüketmek için değil, dönüştürmek için gelir.
Hintli bilge Paramahansa Yogananda’nın yaşamındaki en derin dönüm noktası, daha çocukken yaşadığı acı bir kayıptır.
Yogananda henüz 10 yaşındayken annesi aniden vefat eder. O gün yaşadığı sarsıntı, ileride kitaplarında “hayatımın ilk büyük uyanışı” diye adlandıracağı bir kırılmadır.
Cenaze töreninden sonra bahçeye çıkar. Güneş batmak üzeredir. Küçük bir duvara oturur ve içi tamamen dağılır. Günlerdir tuttuğu gözyaşları artık durdurulamaz hâle gelir. Ama tam o sırada aklında ilk kez şu derin soru belirir:
“Güvendiğim her şey bir anda yok oluyorsa, gerçek güven nerededir?”
Bu soru onu dizlerinin üzerine çöktürür.
Küçücük bir çocuk, hayatın keskinliğine ilk kez böyle dokunur.
Ağlarken içinden hafif bir fark ediş yükselir:
“Dışarıdaki hiçbir şey kalıcı değil; fakat içimde değişmeyen bir şey var.”
Bu farkındalık, onun ileri yaşlarında dünya çapında bir öğretmen olmasının tohumudur. Yogananda yıllar sonra bu anı anlatırken şöyle der:
“Kırıldığım gün, içsel gücü ilk kez hissettim.
Kırılmasaydım, olgunlaşamazdım.”
Fiziksel bir kayıp, ruhsal bir merkez doğurmuştur.
Kırılmak zayıflık değil, esnemek ve derinleşmektir
Yogananda’nın yaşadığı bu kırılma, aslında hepimizin hayatında farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Kaybedişler, hayal kırıklıkları, yalnızlıklar, bitişler…
İnsanı en çok zorlayan dönemler, aynı zamanda içimizdeki gerçek güce en çok yaklaştığımız anlardır.
Kırılmak;
– duyguların kabuğunu çatlatması,
– sahte güçlü duruşların çözüldüğü yer,
– insanın kendisine en açık hâlidir.
Ve kırılganlık, olgunluğun başlangıcıdır.
Acı neden öğretmendir?
Hintli ustaların öğrettiği gibi acı bizi durdurur.
Zihnin gürültüsünü keser.
Gereksiz yükleri siler.
İnsanı kendi özüne doğru çeker.
Konfor alanında yüzleşemediğimiz gerçekleri, acı kapımıza getirir.
Bu yüzden bilge insanlar acıyı bir düşman değil, bir rehber olarak görür.
Gerçek güç neye benzer?
Günümüz dünyasında güç; dayanmak, hiç kırılmamak, hep ayakta kalmak gibi algılanır.
Oysa gerçek güç, Hintli öğretilere göre çok daha yalındır:
“Kişinin kendisiyle baş başa kalabilme kapasitesi.”
Kırılmanın verdiği çıplaklık, insanı kendisiyle tanıştırır.
Duygularını bastırmayan, ihtiyacını gören, iç sesini duyan kişi güçlüdür.
Zor zamanlar, ruhun dışarıdaki dayanaklarını alır; insanı kendi iç direğine davet eder.
Zorlanma neden bilgeleştirir?
Çünkü zor zamanlar bizi otomatik hayat akışından çıkarır.
“Ben kimim, ne istiyorum, neyi kaybettim, neye tutunuyorum?” soruları ancak bir kırılmanın ardından belirir.
Hint geleneğinde bu sarsıcı süreç “Tapasya” olarak adlandırılır:
Ruhu olgunlaştıran içsel ateş.
Yakmaz ama dönüştürür.
Kırılmayı inkâr etmek değil, anlamlandırmak gerekir
Kırıldığımızda güçsüzleşmeyiz.
Aksine, daha gerçek bir güce hazırlanıyoruzdur.
Yogananda’nın hikâyesinin bize gösterdiği gibi:
Acı, insanın içsel merkezini inşa eder.
Kırılmayı reddettiğimizde içimizde yarım kalan bir şey kalır.
Onu kabul ettiğimizde ise yeni bir alan açılır:
derinlik, dayanıklılık, olgunluk.
Hayatın sarsıntıları kimsenin hoşuna gitmez.
Ama Hintli bilgelik geleneği bize şunu öğretir:
Ruh, kırıldığı yerden büyür.
İnsan, kırıldığı yerde kendine yaklaşır.
Ve gerçek güç, kırılganlığı taşıyabilme ustalığıdır.
Bazen kırılmak gerekir.
Çünkü insan, kırıldığı yerden yeniden doğar.