İNSAN NEDEN SÜREKLİ EKSİK HİSSEDER?
İnsanın en derin duygularından biri “tamamlanmamışlık” hissidir. Ne kadar başarı elde edersek edelim, içimizde bir yerde hep bir şey eksiktir. Daha güzel bir ev, daha huzurlu bir ilişki, daha anlamlı bir hayat ararız. Oysa tam olma isteği, aslında insan olmanın en kadim yarasıdır.
Bu duygunun kökeni, ruhun kendini hatırlama yolculuğunda saklıdır. Psikolojik olarak eksiklik hissi, benlik ile ideal benlik arasındaki farktan doğar. Jung’un ifadesiyle, “ruhun merkezinde bir eksen kayması” vardır. Ruh, kendini bütüne döndürmeye çalışır ama biz bu dönüşü dış dünyadaki nesnelerde ararız: kariyette, ilişkide, parada, onayda.
Antik filozoflar bu duyguyu “tanrılardan kopuşun yankısı” olarak tanımlardı. Platon’a göre ruh, doğmadan önce idealar âleminde bütündü; dünyaya düştüğünde o bütünlüğü unuttu. Bu yüzden insan yaşadığı her deneyimde, o eski birliği hatırlamaya çalışır. Aşk da, sanat da, inanç da bu özleme verilen cevaplardır.
---
MODERN ÇAĞIN EKSİKLİK ENDÜSTRİSİ
Bugünün dünyasında eksiklik duygusu artık bireysel bir psikolojik durum olmaktan çıktı; devasa bir endüstriye dönüştü. Tüketim toplumu, insanın en derin yarasını, yani “tamamlanma arzusunu” ustalıkla pazarlıyor.
Reklamcılığın dili, modern mitolojinin diline dönüştü. Eskiden tanrılar insana “kim olduğunu hatırlatırdı”, şimdi markalar bunu vaat ediyor:
“Bu parfümle özel olacaksın.”
“Bu arabayla özgür hissedeceksin.”
“Bu kremle genç kalacaksın.”
Oysa bunların hiçbiri gerçek bir tatmin getirmiyor. Çünkü sistemin amacı doyurmak değil, susuzluğu sürdürmek. Her yeni ürün, bir öncekini “eksik” kılmak üzere tasarlanıyor. Böylece insan, farkına varmadan bir doyumsuzluk döngüsünün içine giriyor.
Bu döngüde arzularımız artık bize ait değil; kültürel olarak üretiliyor. Reklamcılık, sosyal medya ve algoritmalar “senin ne isteyeceğini” senden önce biliyor. Artık özgür birey değiliz; yönlendirilen, kıyaslayan, sürekli karşılaştıran bir eksiklik varlığı olduk.
---
PSİKOLOJİK BOYUT: DEĞERİN YERİNİ İMAJ ALDI
Freud’un “haz ilkesi” dediği şey, bugün “pazarlama ilkesi”ne dönüştü. İnsan kendi iç dünyasında eksiklik hissedince, dışarıdan bir değer onayı arıyor. Bir zamanlar bu onay ailede, toplulukta ya da inançta bulunurdu; bugün ise beğenilerde, takipçi sayısında, marka logolarında aranıyor.
Bu yüzden modern insan, görünüşte çok şeye sahip ama içeride derin bir yoksunluk içinde. Çünkü sahip olmak, hissetmenin yerini aldı. Gerçek huzur, sahip olduklarında değil, sahip olduklarını fark ettiğinde başlar — ama farkındalık, bu çağın en az pazarlanan ürünü.
---
ASTROLOJİK SEMBOLİZM
Astrolojik olarak bu eksiklik duygusunu en çok Venüs ve Ay anlatır. Venüs, arzularımızı ve değer duygumuzu; Ay ise duygusal güvenliğimizi temsil eder. Venüs’ün “haz al” diyen sesiyle Ay’ın “güvende ol” diyen sesi arasında gidip geliriz. Eğer içsel Venüs’ümüz olgunlaşmamışsa, sevildiğimizi hissetmek yerine sevilmeyi kanıtlamaya çalışırız. Ay huzur bulamazsa, doyumun yerini hep yeni bir arayış alır.
Bu gezegenlerin bilinçli yönleriyle çalışmak, içimizdeki eksiklik duygusunu dönüştürmenin anahtarıdır. Çünkü asıl ihtiyaç, “bir şeye sahip olmak” değil, “kendini hissetmektir.”
---
RUHUN ÇAĞRISI
Eksiklik, ruhun kendi evine dönme çağrısıdır. Bir şey “tam” değilse, orada bir potansiyel vardır. Eksiklik duygusu bizi büyümeye, yaratmaya, anlam aramaya iter. Bu yüzden ondan kurtulmaya değil, onu anlamaya çalışmalıyız.
Belki de asıl mesele, eksikliği yok etmek değil, onunla dost olmaktır. Çünkü ruhun evrimi, “tam olmak” değil, tamamlanmaya doğru ilerlemek sürecidir. Eksiklik, bizi insan yapan şeydir — yolun kendisidir.
Ve belki de sorunun cevabı şudur:
Biz zaten eksik değiliz, sadece henüz hatırlamadık.
---
Bundan böyle YouTube kanalımızda sizlerle birlikte olacağız. Psikolojiden, felsefeden, astrolojiden ve mitlerden konuşacağız. YouTube’da izleyip yorumlarınızı bekliyorum.