Trump’ın Planı
Savaşlar arasında kısa bir ateşkes oyunu: Filistin devleti neden dışlanıyor?
Beyaz Saray’ın açıkladığı “Trump’ın kapsamlı savaş durdurma planı” görünürde Gazze’deki kanı durdurmaya yönelik insani ve güvenlik odaklı bir program gibi duruyor; ama özünde Filistin meselesine kısmi ve geçici bir yaklaşım getiriyor ve adil, kalıcı siyasi bir çözüm için ciddi bir işaret taşımıyor.
Neden konu bütüncül ve kalıcı bir çerçevede ele alınmadı? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 242, 338, 2334 sayılı kararları ve benzeri uluslararası kararların referans alınmaması, planın uluslararası meşruiyet zeminine dayanmadığını; bunun yerine İsrail’in stratejik çıkarlarına hizmet eden geçici uzlaşılara dayandığını gösteriyor.
Trump’ın bizzat başkanlık edeceği ve Tony Blair gibi kirli isimlerin yer alacağı bir “geçiş heyetinin” Filistinli veya uluslararası gerçek bir yetki olmadan devreye sokulması, denetimin dış aktörlerin elinde kalacağı; bu aktörlerin Filistin sorunu ulusal haklar açısından değil, “güvenlik ve istikrar” penceresinden gördüğü anlamına geliyor.
Kudüs, sınırlar, mülteciler ve tam egemenlik gibi konular hakkında ciddi bir tartışma veya taahhüt yok; bu da teklifin tarihsel bir uzlaşma değil, orta doğunun sahasını İsrail’in çıkarlarına göre, yeniden düzenlemeye yönelik bir ateşkes olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Filistinlilerin bakışı: Buna “savaşlar arası bir ateşkes” gözüyle bakılıyor — İsrail’e uzun savaş sonrası uluslararası ve medya bilançusundan çıkma, yeniden toparlanma imkânı tanıyan, ardından yeniden aynı döngünün devam edebileceği bir ara çözüm.
Uluslararası bakış: Bunu, İsrail üzerindeki uluslararası baskıyı hafifleten hızlı insani bir çıkış yolu olarak pazarlıyorlar; ama çatışmanın kök nedenlerini ele almıyor.
Stratejik bakış: Plan, Gazze ile Batı Şeria arasındaki coğrafi ve siyasi bölünmeyi pekiştirir; bağımsız bir Filistin devletinin ufkunu uzaklaştırır.
Elbette soykırım niteliğindeki bir savaşı durdurmak ve insani acıyı hafifletmek önemlidir; fakat Trump planı Filistinlileri görmezden geliyor ve çatışmanın temel nedeni olan İsrail işgalini ve ayrımcı politikaları (apartheid) ele almıyor.
İsrail Gazze’yi tamamen yok etmeye yönelik bir temizlik politikasını hayata geçirmediyse; ama Gazze’yi yerle bir etti. İsrail’in neden olduğu insani yıkım için tazminat ödemeye zorlanması gerekirdi.
Planın içinde durumun tamamını yeniden patlatabilecek çok sayıda mayın bulunuyor. Rehineler kurtarıldıktan sonra Netanyahu’nun yeniden soykırım operasyonuna başlamayacağına dair hiçbir güvence yok.
İşgal güçlerinin Gazze’de uzun süreli kalacağına ve tam çekilmeye dair garanti bulunmadığına dair işaretler var. En tehlikeli unsur ise Gazze üzerinde yabancı yönetim dayatılmasıdır; bu, Gazze’yi Batı Şeria’dan koparır ve bağımsız bir Filistin devletinin doğmasını engel olur.
Tarih, bu gibi planlar, her zaman tehlikeli olduğunu göstermiştir:
1994’te Ukrayna masaya oturduğunda elinde bir belge vardı ve omzunda dünyanın üçüncü büyük nükleer cephanesi. Onlara güvenliğin tetikteki parmaklarda değil, kağıda atılan imzalarda olduğunu söylediler. Ukrayna ödün verdi, silahlarını teslim etti, imza attı ve herkes çekildi. Amerika’nın verdiği “güvenceler” tepeye çıktı, destek vaat edildi ama geri kalan kaynaklar pazarlığa konu edildi. Sahip oldukları güç bir hatıra oldu, imza attıkları garanti ise bir şakaya dönüştü.
Bugün İsrailliler aynı belgeyi kaldırıyor, Hamas’tan imza atmasını, silah bırakmasını, “yeni bir dünyaya” girmesini istiyorlar — direnşiz, güçten yoksun, cevap verme imkânı olmayacak şekilde.
Barışın silahsızlandırmayla geleceğini, güvenliğin Filistinlinin elindeki tek savunma aracının tasfiyesiyle sağlanacağını iddia ediyorlar. Fakat tarih tekerrür eder.
Kızılderililer kılıçlarını ve yaylarını bırakıp teslim olduklarında karşılarında yok edilişleri buldular.
Libyalılar İtalya’ya güvendiklerinde çölün infazlarını yaşadılar.
Endülüs’te şehirlerin anahtarlarını teslim edenler, sadece Engizisyon’u ve katliam buldular.
Silahını bırakan el, kaderini yazmaz; düşmanı kırmızı mürekkeple onun kaderini yazar.
Filistinliler bu dersi 1948’den beri iyi biliyor: bugün atılan tüfek yarın yine ona karşı kaldırılabilir.
Bu yüzden İsraillilere ve dünyaya diyorlar ki: Biz yeni Kızılderililer olmayacağız; kendimizi kurban sehpasına çekmeyeceğiz.
Herhangi bir plan, en az 1967 sınırları temelinde bir Filistin devletinin açık tanınmasını, Kudüs, mülteciler ve egemenliğin kapsamlı biçimde ele alınmasını içermiyorsa, geçici bir çözüm, statükoyu pekiştiren ve krizleri yeniden üreten bir düzen olarak okunmaya devam edecektir. Gereken, uluslararası meşruiyet zemininde, kapsayıcı, kalıcı ve adil bir çözümdür — dışarıdan yönetilen dar insani-güvenlik düzenlemeleri değil.