ADALETİN ÇİFTE STANDARTLARI VE MİLLİYETÇİLİĞİN SİYASİ İSTİSMARI

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Milliyetçi çizgide kendisini konumlandıran bazı siyasi aktörler, zaman zaman terör örgütlerinin temsilcilerine “meşruiyet” kazandıran söylemler geliştirebilirken; aynı çizgide vatanı ve milleti savunma refleksiyle söz söyleyenler ise “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” gerekçesiyle gözaltı ve tutuklanmalar yapılarak hedef alınmaktadır. 

Sol partiler ise genellikle özgürlükler, barış ve diyalog vurgusu üzerinden meseleye yaklaşmakta; fakat bu söylemler çoğu zaman güvenlik kaygılarının gölgesinde kalmaktadır. Sağ partilerde ise devletçi refleks ile pragmatizm arasındaki salınım dikkat çekmektedir.

Türkiye’de siyasetin en tartışmalı alanlarından biri adaletin işleyişidir. Kimi zaman devletin bekası adına hareket edenlere karşı yıldırım hızıyla davalar açılırken, toplumun bütününü ilgilendiren büyük çaplı yolsuzluklar, dolandırıcılıklar veya usulsüzlükler yıllarca sürüncemede bırakılmaktadır. Bu durum, sadece hukuk sisteminin değil, siyaset ile adalet arasındaki ilişkinin de sorgulanmasına neden olmaktadır.

Ortaya çıkan tablo, adaletin kimin için ne zaman işlediğine dair büyük soru işaretleri doğurmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün “adalet mülkün temelidir” sözü, bugün adaletin temel değil, taraflı bir araç gibi kullanıldığı endişesiyle yeniden tartışılmaktadır.

OLUMLU YANLAR

  • Türkiye’de hâlâ güçlü bir milliyetçi damar vardır; halk, devletin bekası söz konusu olduğunda büyük bir hassasiyet göstermektedir.
  • Sağ ve sol partilerden bağımsız olarak birçok kesim, terör örgütlerine meşruiyet kazandıracak girişimlere tepki göstermekte ve bu konuda toplumsal bir ortak bilinç oluşmaktadır.
  • Hukuk sistemi her şeye rağmen itiraz ve temyiz hakkı tanımakta, farklı seslerin mahkemeler aracılığıyla kendini savunabilmesine imkân vermektedir.

OLUMSUZ YANLAR

  • Adalet mekanizmasının siyasi konjonktüre göre hızlanması veya yavaşlaması, eşitlik ilkesini zedelemektedir.
  • Milliyetçi söylemler iktidar ve muhalefet ayrımında farklı biçimde değerlendirilmekte, bazıları “meşru” bazıları ise “tehdit” olarak yaftalanmaktadır.
  • Sağ ve sol partilerin milliyetçilik konusunda ortak bir milli duruş sergileyememesi, toplumsal bölünmeyi derinleştirmektedir.
  • Terörle mücadele konusunda verilen mesajların çelişkili olması, halkın devlete olan güvenini zedelemektedir.
  • Yargının bazı davalarda “şimşek hızıyla”, bazı davalarda ise “yıllarca süren bir gecikmeyle” hareket etmesi, hukuk devleti ilkesine gölge düşürmektedir.

SONUÇ

Türkiye’nin en önemli meselesi, adaletin tarafsızlığı ve tutarlılığıdır. Milliyetçilik, sağ ya da sol fark etmeksizin, bu topraklarda yaşayan herkesin ortak paydası olmalıdır. Fakat milliyetçilik, siyasi bir slogan veya uluslararası projelere uyum sağlayan bir taktik olmaktan çıkmadıkça, gerçek manada bir milli birlik inşa edilemez. Adaletin çifte standardı tarihe kara bir leke olarak geçerken, milletin güven duygusu da her geçen gün erimektedir.

Bugün ihtiyaç duyulan şey; ideolojik farklılıkları aşarak, milletin ortak çıkarını önceleyen, adaleti eşit dağıtan ve milliyetçiliği samimi şekilde sahiplenen bir siyasal anlayıştır.

OKUYUCUYA SORULAR

  1. Sizce adaletin bazı davalarda hızla, bazı davalarda yıllarca bekleterek işlemesi hangi güç dengelerinin sonucudur?
  2. Milliyetçiliğin farklı siyasi kutuplar tarafından araçsallaştırılması, toplumun milli reflekslerini zayıflatıyor mu?
  3. Terörle mücadelede verilen mesajların çelişkili olması, halkın güvenini nasıl etkiler?
  4. Sağ ve sol partilerin “milli çıkarlar” konusunda ortak bir çizgi geliştirmesi mümkün müdür?
  5. Gerçek milliyetçilik sizce neyi ifade eder: Siyasi bir söylemi mi, yoksa samimi bir devlet-millet bağlılığını mı?