125 yıl önce Sultan Hamid’in açtığı Hicaz Demiryolu yeniden çalışır mı?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Temeli bundan 125 yıl önce, 1900 Eylülünün 1’inde atılan Hicaz Demiryolu projesi muhakkak ki Sultan 2. Abdülhamid’in en görkemli kalkınma ve savunma hamlelerinden biri olarak tarihe geçecektir. Bağdat demiryolu hattından ayrılan bir hatla Şam’a ulaşacak olan Hicaz Demiryolunun oradan bazı yan kollarla Kudüs ve Hayfa’ya bağlandıktan sonra güneye doğru yoluna devam ederek İslamın iki kutsal beldesi olan Medine-i Münevvere’ye ve bilahare Mekke-i Mükerreme’ye ulaşması planlanıyordu.  

Toplam 1.322 kilometre (821 kara mili) uzunluğundaki Hicaz Demiryolu temelinin atılmasından 8 yıl sonra Peygamber Efendimiz’in (sav) sevgili şehri Medine’ye ulaştığında Osmanlı memalikinde ve dış temsilciliklerde törenler düzenlenerek kutlanmıştı. Sultan bu büyük olaydan 7 ay sonra tahttan indirilince hattın Mekke kısmı maalesef akim kalacaktır.

Zamanına göre bir hayli ileri bir hamle sayılan bu cüretkâr demiryolu hattının son aylarda Suriye’nin özgürlüğüne kavuşmasıyla birlikte yeniden gündeme geldiğini gördük. Taştan mamul istasyonlarının büyük bir bölümü hala ayakta duran demiryolu (şimendifer) hattının yenilenmesi ve faaliyete geçmesiyle en azından Haydarpaşa Garı’ndan Şam’a kadarki kısmı hizmete açılırsa büyük bir yenilik ve tatil ‘destinasyonları’ için tercih edilecek bir rota ortaya konulmuş olur.

Ne var ki Osmanlı’nın bu “çılgın projesi” hakkında yapılan yayın sayısı olması gerekenin çok altındadır. İnşasından sadece 10 yıl sonra döşendiği toprakların tamamen elimizden çıkmış olması bu ilgisizliğimizin sebeplerinden biridir. Ancak kaynak eser azlığı da sebepler arasında sayılmalıdır.

Bu eksikliği bir nebze de olsa telafi etmek üzere Sultan 2. Abdülhamid zamanında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmiş bulunan kim olduğunu tespit edemediğimiz Muktesid Musa adlı birinin HATT-I ÂLİ-İ HİCÂZ’IN MENÂFİ-İ MA’NEVİYE VE MADDİYESİ (YÜCE HİCAZ DEMİRYOLUNUN MANEVÎ VE MADDÎ FAYDALARI) başlıklı yazı dizisini Latin harflerine aktardıktan sonra sadeleştirerek yayınlamak faydalı olacaktır. 

Sultan 2. Abdülhamid’in hükümdarlığı sırasında yayınlanan bu mühim dizideki bilgi ve fikirlerin hem Sultanın şahsî görüşünü yansıttığını hem de verilen bilgilerin resmi hüviyette olduğunu düşünmek için yeterince sebebimiz var. Ancak asıl önemli nokta, yazıdaki manevî yorumlar ve yapılmakta olan demiryolunun bir Peygamberler Yolu (“Hatt-ı Nebevî”) olduğunun müşahhas delillerle ortaya konulmuş bulunmasıdır. 

Evet dostlar, Osmanlı Devleti teknolojiyi getirmek için elinden gelen gayreti esirgememiştir ama bunu ne olursa olsun teknolojiyi kopyalayıp alayım diye bir heveskârlık havası içinde yapmamış, onu kendi inanç ve kültürünün rengine bürüyerek almayı tercih etmiştir. Yani Osmanlı’nın defterinde, Cumhuriyet devrinde Alman, İtalyan veya İsviçre kanunlarının ‘evlat edinilmesi’ gibi bir teslimiyet tavrı yazmaz. Yabancı unsurları olduğu gibi, bir harfine bile dokunmadan almak diye bir mefhum yoktur.

Nitekim çarpıcı bir anekdot olarak şunu söylememiz lazım ki Sultan Abdülhamid İstanbul’un bir çok semtine Bentler bölgesinden getirdiği suyla kurduğu Alibeyköy’deki Hamidiye su tesislerinden su pompalanmaya başlanmasının tarihi Kerbela’da Hz. Hüseyin ve ehl-i beytin şehadet şerbetini içtiği güne denk getirilmişti özellikle. 

İşte böyle bir incelik dünyasıydı Sultan Abdülhamid’inki.

İşte Muktesid Musa’nın yazı dizisinden sizin için sadeleştirdiğim bir bölüm:

 

Demir yolu değil, Nebiler yolu 

“Bundan 13 yüzyıl önce beşeriyetin iki cihanda felah ve saadetine vesile olan Peygamber Efendimizin (sav) mübarek kademi, adı geçen yüce demiryolunun uzandığı yerleri şereflendirmiştir. 12 yaşlarında iken amcası Ebu Tâlib ile beraber Mekke’den yola çıkarak Medine’ye ve oradan ta Şam’da bulunan Busra yöresine kadar ticaret amacıyla gitmiş olduğuna dair tarihi hakikatlerle bu yüce hattın, Peygamber efendimizin geçtiği güzergâh olduğu kesin delillerle ispat edilmiştir. Hem de o yüce yoldan Peygamberimiz tarafından iki kere geçilmeyip belki de en az dört defa geçilmiş olduğu tarihi hakikatlerle delillendirilerek açıkça ortaya konulmuştur.”

Gayenin güzelliğine bakın siz.  Teknolojiyi Peygamber Efendimiz’in ayak izinden götürme gayretinde.

Şöyle devam ediyor: 

Tertemiz şerî’atin nurları tevhid dünyasına bağlı bulunan kabile ve kavimlerin iki cihanda saadetini sağlayan ve şimdi görmekte olduğumuz İslam medeniyetinin eşi benzeri olmayan güzelliklerinin meydana çıkmasına sebep olan O Kâinât Hocası’nın dört kere gerçekleştirdikleri gidiş gelişlerinde başka bir güzergâhı tercih etmeyerek şu yüce Hamidî Demiryolu hattından geçmiş oldukları açıkça ortada olduğu gibi bundan üç bin sene evvel büyük peygamberlerden olan Hazret-i İbrahim aleyhisselâm ve nübüvvetinin pâk evladı olan Hazret-i İsmail aleyhisselâmı Mekke’ye götürdükleri esnada o mübârek güzergâhı takip ederek mağfiret yeri olan Hicaz’a gidip gelmişlerdir. Ulu peygamberlerin güzergâhı olması sebebiyle bu yüce demiryolu hattının kudsiyeti ve ruhaniyeti meydanda olup Kabe’yi tavaf ile Hac farizasını yerine getirip o tertemiz Nebevi Ravza’yı ziyaretle iki cihanda sevince boğulmak üzere Hicaz diyarına giden keremli hacıların seyahatlerini kolaylaştırmak için Padişah hazretlerinin imarları sâyesinde döşenmesi başarılmış olan yüce demiryolun bahşettiği iyilikler dahi ayrıca hamd ve takdîs ölçüsünü hâiz önemli yönlerinden biridir.”

Nasıl İstanbul’da suya muhtaç olan halka kilometrelerce öteden getirttiği suyu Kerbela şehitlerinin susuzluktan can verdiği güne denk düşürerek çeşmeleri dinî ve manevî bir halenin gözünden akıtmışsa Hacı adaylarını Medine-i Münevvere’ye ulaştırmak için döşettiği demiryolunu da hem “En Sevgili”nin dört defa geçtiği güzergâhı hesaplayarak döşetmiş, hem de yalnız onun değil, diğer peygamberlerin de aynı yolları kullandıklarının tespiti için ter dökmüştür ki, bu ter Sultan Abdülhamid’in ruhunun alnından dökülmektedir. 

Bu ecdada has incelikler hayatımızdan giderek daha fazla silinmekte. 125 yıl sonra hem Hicaz Demiryolu hattını hatırlamaya hem de hayatımızın solan letafetini hatırlatmaya çalıştım sizlere. Onu nasıl mı diriltebiliriz. Zor tabii ama en azından onların varlığını bize hatırlatan ipuçları var ki onlar da tarihin bağrına gömülü. Onları bulup çıkarmak için uğraşanlara mürteci diyorlar bu ülkede. Bilin istedim.

Hicaz Demiryolu adına çıkarılan ve üzerinde Sultan Abdülhamid'in tuğrası ile bir lokomotifin resmi bulunan Hicaz Demiryolu madalyası