Şah İsmail Portekizlilerle bir olup Osmanlıya vurmaya kalkmıştı

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Bundan 511 yıl önce, 23 Ağustos 1514 tarihinde iki Türk hükümdarı, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim ilk büyük seferine çıkmış, uzun bir takipten sonra günümüzde İran kalmış olan Çaldıran ovasında Osmanlının ateşli silahlarıyla başa çıkamayan Şah İsmail hazinesini ve haremini savaş meydanında bırakarak savaş meydanını terk etmek zorunda kalmıştı. Bu savaşa kadar fırtına gibi esen genç şah kariyerini büyük ölçüde içki, harem ve av partileriyle dolu sönük bir finalle tamamlayacaktı. 

Şeyh Safiyüddin’in Erdebil Ocağından büyük bir sadelik içinde doğan ve Çaldıran harp meydanına kadar Azerbaycan, İran, Irak, Horasan ve Doğu Anadolu’da adeta bir yangın gibi kontrolsüz bir şekilde ilerleyen, Kanuni Sultan Süleyman’ın çağdaşı 16. asrın Büyük Şah Abbas’ı ile zirvesine çıkan, derken durulan ve Nadir Şah ve Kaçarlar sahipsiz kalan tahtı ele alıncaya kadar da İran toprağını Şiileştiren İran bu hanedanın ilginç bir öyküsü var. 

Esasen İslam âleminin kahir ekseriyeti gibi Sünni bir ülke olan İran’ı önce Kızılbaşlaştırıp sonra Şiileştiren ve 20. ve 21. yüzyıllar İran’ının ve Şii ulus-devletinin temelini atacak olan bu imparatorluk tecrübesinin Şah İsmail’e kadarki safhasını tanımak gerekir. 

Safevî Devleti’nin kurucusu olan Şah İsmail’in babası Cüneyd oğlu Haydar, anası ise Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı olan Alemşah Begim’dir. Safevi soy adını büyük dedesi Erdebil ocağından Şeyh Safiyüddin’in adından almıştır. 

Şeyh Safiyüddin’in asıl adı İshak’tı. 11. asrın sonlarında büyük dedesi Firuz, Hazar denizi kıyısındaki Erdebil şehrine yerleşti ve orada Zâhid-i Giylanî adlı şeyhin damadı oldu. Şeyh Giylanî ise ölürken müridlerine damadı Safiyüddin’e tabi olmalarını vasiyet etmişti (yıl 1301). Safiyüddin Zahidiyye tarikatının başına geçmiş ve tarikat Zahid'in ölümünden sonra Safevîyye diye meşhur olmuştur.

Böylece Erdebil ocağının başına geçen Şeyh Safiyüddin’in müridlerinin sayısı zamanla yüzbinlere ulaştı. Sultan Ebu Said ve Emir Çoban ile Cengiz soyundan beylerin çoğu dahi onun müridleri olacaktı. Vefatı bizim tarihimizdeki Orhan Gazi devrine rastlar (1335).

Sünni olan Şeyh Safiyüddin ve oğulları ocaklarının bu çerçevedeki tarikat yapılanması içinde yaşamaya devam etti. 

Bu arada Şeyh Safiyüddin’in oğlu Sadreddin’in araya girerek bizim Timurlenk dediğimiz Emir Timur’a Ankara Savaşı’nda Osmanlı ordusundan aldığı esirleri serbest bıraktırdığını öğreniyoruz. 

Şeyh Sadreddin’in torunu İbrahim’in yerine tarikatın başına Cüneyd geçti. Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan kızkardeşi Hatice Begim’i Şeyh Cüneyd’e nikâhladı. 1469 yılında Karakoyunlu Sultanı Cihan Şah arkasında varis bırakmadan ölünce bütün Azerbaycan arazisi Cüneyd’in eline geçti. Ne var ki Cüneyd 1472 yılında Şirvan hakimi Sultan Halil’e yenildi ve savaş sırasında hayatını kaybetti. 

Cüneyd’in Haydar adlı bir oğlu olmuştu. Haydar’ı çok seven Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, kızı Alemşah Begim’i onunla evlendirdi. Böylece Safevi hanedanı tıpkı Osmanlı’da Şeyh Edebali’nin kızını alan Osman Gazi’nin durumunda olduğu gibi kılıç ile zikri buluşturmuş oldu. 

İşte bu ailenin oğlu olarak 1487 yılında Erdebil’de dünyaya gelen Şah İsmail’in devleti Alevi/Kızılbaş aşiretleri tarafından desteklenerek çığ gibi büyüdü. Büyüme Çaldıran’a kadar devam edecekti. 

Portekiz ve İran’ın işbirliği

İslambol Yayınları’ndan bu yıl çıkan Bütün Yönleriyle Şah İsmail adlı ilginç kitabın yazarı Araz Hasânzade 1987 doğumlu Azerbaycanlı bir araştırmacı. Orijinal Farsça ve Arapça kaynaklara inerek kaleme aldığı kitabında düşmanlık veya yüceltmeden öte dengeli bir portre çıkarmaya gayret etmiş. 

Araz Hasânzade’nin Şah İsmail ile ilgili başka yayınlarda pek yer verilmeyen bazı hususlara temas etmesi enteresan. Bunlardan biri bazı suçluları cezalandırmak için sarayında yamyam beslemesidir. 

Yamyamların ismi Farsça kaynaklarda “çi(ğ) yiyen” diye geçiyormuş. Târih-i Âlem-ârâ-yı Şâh Abbâs adlı kitapta I. Şah Abbas’ın sarayında “çi yiyen” isimli bir cellat grubunun olduğu yazılmıştır. Bu topluluk hakkındaki ayrıntılar Araz Hasânzade’nin kitabının 171-173. sayfalarından okunabilir. Daha fazla detaya girmek istemiyorum. Kitabın ne kadar detaya indiğini görmeniz için aktardım bu yan bilgiyi.

Ancak kitapta bizim tarihimize dokunan bir mektup var ki zarfını muhakkak açmamamız gerekir. Mektup, Portekiz emperyalizminin Hind Okyanusu’ndaki öncüsü kaptan-ı derya Afonso Albuquerque tarafından Şah İsmail’e yazılmış. O tarihte Şah İsmail, darbe yediği Osmanlı tehlikesine karşı Portekiz ile işbirliği imkânları arıyordu.   

Hürmüz Körfezine dayanan ve Hint Okyanusu’nda Müslümanlara göz açtırmayan, hatta Mekke ve Medine’yi işgal edip Peygamber Efendimiz’in (sav) nâş-ı mübareklerini Lizbon’a kaçırmak için dessasane planlar yapan, dahası bu uğursuz planını açtığı Portekiz Kralından para, asker, gemi, silah vb. temin ederse tam da Yavuz’un Mercidabık seferini düzenlediği 1516 yılında Cidde limanına bir hücum düzenleyip emeline nail olmak istediğini belirten Albuquerque Şah İsmail’e bir elçiyle şu mektubu iletmiştir (parantez içinde eklenen kelimeler bu satırların yazarına aittir:

“Benim adımdan Şah İsmail’e dersiniz ki, ben onun azametli makamı, şöhreti hatırına ve sayısız hesapsız gayretlerinden dolayı bu elçiler heyetini onun görüşüne (huzuruna) gönderiyorum. Şah İsmail’in Osmanlılara karşı birlikte savaşmamız teklifi hakkında Portekiz hükümeti savaş gemileri, asker ve ağır silahlar göndermekle ona yardım ediyor ve bizim mezheb fırkamızdan olup sizin sarayınızda yaşayan mesihiler (Hıristiyanlar) bizim vasıtacılarımız (aracılarımız) olacaklardır. Portekiz yolu ile onların aracılığıyla Rum sarayından da istifade etmek mümkündür.” 

 21 Rebiülevvel 921 hicri, 5 Mayıs 1515 miladi tarihinde gönderilen mektupta Afonso Albuquerque’in “Rum Sarayı” ifadesi ile kimi kasd ettiği belli olmamakla birlikte Osmanlı sarayındaki kendi adamlarını/casuslarını belirtiyor olması çok muhtemeldir.

Azad Hasanzade’ye göre “Bu mektupla birlikte Albuquerque, Şah İsmail’e yakut, zümrüt, inci, elmas, mücevher ve birçok değerli hediye göndermiştir. Aynı zamanda gönderilenler içerisinde kılıç, altınla işlenmiş mızrak, 3 at, 6 tüfek, 4 mancınık ve başak şeyler de vardı.” (sayfa 322-323)

Bir sene önce Yavuz’dan ağır bir darbe yiyen Şah İsmail bunun akabinde Portekizlilere Osmanlıya karşı birlikte savaşmayı teklif ediyor, Portekiz Kralı da onlara gemi, silah ve asker göndererek yardım ediyor mektuba göre. 

1979 yılında İran Şahı’nın Savak ajanları tarafından katledilen sosyolog Ali Şeriati Safevilerin kâfirlere karşı cihada çıkan Osmanlı ordusunu arkadan vurduğu gerçeğini yıllar önce şöyle eleştirmişti:

“Os­manlı İmparatorluğu güçlerinin Batı’da ilerlediği ve Osmanlıların Avrupa ile savaşının doruk noktaya vardığı sırada ansızın, cephe gerisinden, Osmanlı doğu sınırlarının ucunda saldırgan ve yeni soluklu bir güç, kabararak, Os­manlılara arkadan saldırır.(Ali Şiası Safevi Şiası, Çev.: F. Artinli, Yöneliş: 1990, s. 51.)

Böylece Ali Şeriati’ye göre bir zamanlar Hıristiyan Avrupa güçlerine kar­şı var gücüyle mücadele veren Osmanlılara “saldırgan Safeviler”in “arkadan saldırması” ve onu tam bu cihadı sırasında “sırtından hançerlemesi” üzerine İslam’ın merkezi ağır bir yara almış, sarsılan bünye daha sonra da Avrupa­lıların dört bir yandan kuşatması ve saldırması karşısında yenilmiş, böylece “İslam dünyası darmadağın” olmuştur.

Mektup bu acı gerçeğin Hıristiyanlarla işbirliğine varan belgelerinden biridir.