DÜNYA SUSARSA ZULÜM KONUŞUR
Gazze’de yıllardır yaşanan insani dram, yalnızca Filistin halkının değil, tüm insanlığın vicdanını ve politik karar alma becerilerini sınayan trajedik bir sınavdır. Bu sınav öyle büyük ki, tarihin en karanlık sayfaları arasında insanlığın utancı olarak yazılacak. Ve tarih, devletlerin bu trajedi karşısında suskunluğa gömülürken korku ve menfaat uğruna devlet karakterini zedeleyen politik kararlarını kalın harflerle kaydedecek.
“Adil düzen kurulmadan zulüm ortadan kalkmaz.” – Necmettin Erbakan
Her gün Gazze’de çocuklar açlıktan can veriyor, hastaneler,evler enkaza dönüşüyor, bir halk göz göre göre işkenceye maruz kalıyor. Bu tabloya sessiz kalmak, zulmün kendisi kadar, insan hak ve özgürlüklerinin açık ihlali anlamına gelen büyük bir suçtur. Bu suçun durdurulması ve insani krizin önlenmesi için etkisiz kalan Birleşmiş Milletler, gitgide artan suçun büyüklüğünü gizleyemedikleri için son birkaç ay içinde hareket geçmeye başladı. Çünkü uluslararası kamuoyunun bilgiye erişimi gizlenemiyor ve yüzbinlerce insan ırk,uyruk ve millet farketmeksizin protesto etmeye devam ediyor. Artık üstü örtülemeyen ve manipüle edilemeyen bu soykırım, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in “insan eliyle yaratılan felaket” beyanında bulunmasına olanak sağladı. Benzer şekilde başından beri sessiz kalan ama son aylarda sesini yükselten Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un, Netanyahu’nun Gazze’yi işgal planlarını “eşi benzeri görülmemiş bir felaket” olarak nitelemesi de durumun vahametini tüm dünyaya yansıtmış oldu. Ancak asıl mesele sadece durum tespiti yapmak değil; gerçek çözüm için sahada harekete geçebilme cesaretini göstermektedir. İşte bu cesareti 7 Ekim’den beri tüm uluslararası alanda güçlü bir tutumla gösteren Türkiye, iki devletli çözüm için tüm diplomatik çabalarını sürdürerek örnek oluşturuyor. Öyle ki 23 Ağustos 2025 günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan’ın ABD First Lady’si Melania Trump’a yaptığı anlamlı çağrı sayesinde Gazze’li çocukların sesi olmaya davet etmesi, “İnsanlık İttifakı” çerçevesinde küresel adaleti ve sorumluluğu hatırlatmıştır. Bununla birlikte Türkiye başta olmak üzere bu soykırımın durması için çabalayan devletlerin diplomasi trafiği ile savaş suçlularının cezalandırılmasını talep eden küresel sesin giderek yükselmesi, köşeye sıkışan Netanyahu hükümetinin panikle daha agresif ve yıkıcı adımlar atmaya itiyor. Üstelik perde arkasında Gazze halkını kendi topraklarından zorla sürmeye, toplu bir şekilde göç etmeleri için zemin yaratmaya çalışıyor. Bu aslında Gazze’nin topluca nüfus transferi planına maruz bırakılacağına yönelik kaygıları artırıyor. Zira bu korkunç fikir, sadece bölgesel bir işgal olarak kalmayacak, dünya tarihi önünde açıkça yapılmaya cüret edilecek ağır bir insanlık suçu olacaktır. Peki bu insanlık dışı eylemleri durdurmak için uğraşan devletler kimler dersek Uluslararası Adalet Divanı’na Gazze’deki soykırım iddialarıyla ilgili davayı ilk taşıyan ülke Güney Afrika olduğunu söylemeliyiz. Hemen ardından Türkiye öncü olmak üzere Brezilya, Cezayir, Mısır, Irak, Ürdün, Küba, İrlanda, Meksika, Venezuela ve daha niceleri bu sürece müdahil oldu. Bu devletler, Netanyahu’nun Gazze’de işlediği insanlık suçlarına karşı ortak bir vicdanın sesi olmaya gayret ettiler. Aylar geçtikçe onlarca devletin Filistin halkı için bu davada birleşmesi, tarihe düşülen önemli bir not olarak kayda geçti: Gazze sadece Filistin halkının değil, tüm insanlığın verdiği bir sınavdır. Filistin’i Tanıma Dalgası Son aylarda özellikle G7 ülkeleri arasında başlayan Filistin’i tanıma kararları, tarihin akışını değiştirecek kritik öneme sahip. Esasen Macron’un attığı bir adımla başlayan bu domino etkisi, Fransa, İngiltere, Kanada ve Malta'nın da dahil olmasıyla güçlü bir karşılık buldu. Eylül 2025’te BMGK’da tanıma kararının ilan edileceğini ve geri dönüşün olmayacağını da açıkça beyan ettiler. Oysaki geç kalınmış ciddi bir karardır bu. Ayrıca Türkiye’nin uzun yıllardır savunduğu hakikatin gecikmiş kabulüdür: çünkü Filistin bir halktır, bir devlettir ve bir iradedir. Öyleki kökleri 1988’de ilan edilen Filistin Devleti’ne dayanır. Hatta o dönem 100’den fazla ülke tarafından tanınsa da, Avrupalı devletlerin çoğu uzun yıllar tanımayı erteledi. İlk kırılımı ise İsveç 2014 yılında yaparak AB içinde ilk tanıyan ülke olarak adını yazdırdı. Günümüzde ise bu karar Filistin’i tanıma dalgasının Avrupa’da güçlenmesinde kritik bir dönüm noktası sayılmaktadır. Peki uzun yıllardır erteleme kararı alıp sessizliğe bürünen bu devletler neden şimdi kabuğundan çıkmaya başladılar? Esasen tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin uluslararası alandaki kararlı ve ısrarlı diplomatik mücadelesinin meyvesidir. Keza Türkiye sadece diplomasi masasında değil, sahada da varlığını hissettiriyor. Gazze’ye insani yardımların ulaştırılması, hasta ve yaralıların tedavi edilmesi, suyu ve elektriği kesilen bölgeye altyapı desteği sağlanması…İşte bu duruş, uluslararası kamuoyunda güçlü bir karşılık bularak devletlere sesini çıkarmak için cesaret verdi. Aslında bu tavır Türk milletinin tarih boyunca genlerinde taşıdığı yardımseverlik geleneğinin bir devamıdır. Osmanlı döneminde de kıtlık yaşayan toplumlara erzak gemileriyle yardım taşınması, savaş mağduruna açılan aşevlerine kadar uzanan bu tarihi miras, bugün TİKA’nın, Kızılay’ın ve AFAD’ın dünyanın dört bir yanında yürüttüğü faaliyetlerde yaşamaya devam ediyor. Nitekim bu sözler kimilerince popülist bulunabilir. Ancak gerçek şu ki: Eğer Türkiye olmasaydı, Gazze’deki çığlık çok daha derinden duyulurdu. Eğer Türkiye sesini bu denli yükseltmeseydi, Avrupa’da Filistin bayrağı hâlâ tartışmalı kalırdı. Bugün Avrupa Filistin’i tanıyorsa, bu biraz da Türkiye’nin yalnız ama onurlu duruşunun eseridir. Zira tarih, korkak ve sessiz kalanları değil; mazlumun yanında dimdik cesurca duran, uluslararası arenada barış için mücadele eden Türkiye’yi yazacaktır.