Faili meçhul cinayete kurban giden Antepli Kur’an bülbülü kimdi?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Allah’ın selamıyla başlayalım yolculuğumuza.

Aslında bu yazıyla sütunları arasına karıştığım Yeni Devir gazetesi yabancım sayılmaz. Bursa’daki lise yıllarımda gazetenin sayfalarına daldığım dakikadan itibaren Erdem Bayazıt’lar, Rasim Özdenören’ler, Nabi Avcı’lar ve İsmet Özel’ler sayesinde zihnimde çakan şimşekler, beynimde uğultularla uyanırdım. Aramızda tartışırken dikkat sadağımız Rasim abinin köşe yazısıyla, Ahmet Kot’un çevirdiği bir söyleşiyle, Şakir Kurtulmuş’un bir soruşturmasıyla dolup dolup boşalırdı.   

İstanbul Üniversitesi’ne edebiyat okumaya geldikten sonra da bazı denemelerimin neşredildiği “aşiyan” olacaktı Yeni Devir. Sözün özü, 40 yıl sonra aynı sayfalarda yine birlikteyiz…

Yıllar bir nehir gibi aktı köprülerin altından. Zamanımızın nice güzel adamı Hakka yürüdü. 12 Eylül darbesinin altında inleyen Türkiye çarkı ise şimdi yeni ufuklara kanat açmış durumda. 

Ben asıl derdimize yani yalan tarih kuyusunun başına geleyim. Siz de züccaciye dükkânına giren fili bekliyorsunuz zira. Bu hafta hangi dükkâna girecek bakalım.

Resmi tarih arkeolojisinden şimdiye kadar yazmadığım bir kareyi bu ilk yazımda sevgili okurlarımla paylaşmak istiyorum.

Yer Gaziantep. 1927 yılının başlarındayız. 

Mübarek Üç Aylar henüz başlamıştır. Günlerden Cumadır.

Her Cuma olduğu gibi o Cuma da Bülbülzade lakaplı 70 yaşındaki sevilen âlim Abdullah Edib Efendi dul kızı Fatma Hanım’ın iaşesini temin etmek ve hatırını sormak için Kozluca mahallesindeki evine gitmiştir. Tam Pişirici Mescidi’nin yanı başındaki kızının evinden içi huzur dolu bir şekilde çıkmıştır ki, bir silah üç kere patlar ve bembeyaz sakallı âlimi kanlar içerisinde yere serer. Fransızlara karşı destanî bir mücadele veren gazi şehrin sokağına bu defa bir ilim adamının kanı dökülmüştür.

Ne olmaktadır o Cuma günü Gaziantep’te? İlim pınarı pir-i fani bir ihtiyarın kime ne zararı dokunmuştur ki öldürülsün? O tarihte Antep’te dedesi yaşındaki birini öldürecek kadar kansızlaşmış kim olabilirdi?   

Bir kiralık katilin işidir görünüşte; daha garibi, katil, vurduğu dedesi yaşındaki zatın kim olduğunu dahi bilmemektedir. 

Olayın bundan sonrası daha enteresandır. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’nın yayınladığı Gaziantep’te Dinî Hayat adlı 2017 tarihli sempozyum kitabına Bülbülzâde Abdullah Edib Efendi hakkında makale yazmış bulunan Prof. Dr. İbrahim Kutlu Özmantar’ın ifadesiyle olaylar şöyle gelişmiştir:

“Katil kaçar. Şehirde büyük bir infial (tepki) oluşur. Halk günlerce katilin bulunması için ısrarla baskılar yapar. Sonunda yetkili merciler katili bulup yargılar ve idama mahkûm ederler.”

Bundan sonrası daha çarpıcı:

“O günkü görgü şahitlerine göre katil, suikastı gerçekleştirdiği yerde infaz edilirken hâlâ kurtarılmayı ummaktadır.” (s. 439)

Kim azmettirdiyse onların gelip kendisini kurtarmasını beklemektedir. Ama kimse gelmez ve kiralık katilin infazı tam da Bülbülzade’yi vurduğu yerde gerçekleşir.

Bu hakikaten öğrendiğim dakikadan itibaren yüreğimi yakmış olan feci cinayetin bilmediğim detaylarını Prof. Özmantar’ın makalesinden okuyunca hem yazmak hem de şehidimize bir Fatiha rica etmek boynumun borcu oldu.

Muhteşem Kur’an-ı Kerim tilavetleri ve vaazlarındaki etkili hitabeti sebebiyle halk babası Hacı Mustafa  Efendi’ye “Bülbül Hoca” lakabını takmıştır, Abdullah Efendi’ye de “Bülbülzade”.   

O Abdullah Efendi ki, meşhur bir şairdir de. Sultan 2. Abdülhamid’in inşa ettirdiği ve Anteplilerin “Beyaz Hastahane” dedikleri Hamidiye Gureba Hastahanesi’nin kitabesinde tarih beyti ona aittir.

Lakin asıl önemi, teşkilatçı bir yapıya sahip olmasıdır. Bir grup arkadaşıyla Sultan Hamid zamanında, 1895 yılında kurduğu Maarif-i Mahalliye Cemiyeti ile sivil toplum çalışmalarına atılmış ve ilim adamı yetiştirmek için gecesini gündüzüne katmıştır. 

Antep İngilizler tarafından işgal edildiğinde bu defa Cemiyet-i İslamiye adlı teşkilatı kurmuştur arkadaşlarıyla. Tarih 15 Ocak 1919’dur. Bu, Anadolu’da kurulan ilk direniş örgütüdür. 

Örgütün başına geçen mücahit Bülbülzade ellerindeki silahları toplamaya kalkan İngilizlere karşı ahaliyi bilinçlendirir, teslim ettirmez. Mehmed Akif gibi köy köy dolaşarak halkı cihada teşvik eder. Cemiyet adına Fransız işgalini protesto eden bir bildiri yayınlar. 30 Aralık 1919’da bir mitingde 10 bini aşkın Antepliyi toplayıp şehrin direniş gücünü gösterir. Mitingde def ve kudümler çalınmakta, tekbir ve kelime-i tevhid sedaları sokakları doldurmakta ve bir sancağ-ı şerif açılmaktadır. 

Tarihe geçen Antep direnişinin alt yapısı böyle oluşturulmuştur. 

Cemiyet-i İslamiye zamanla Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne dönüşür ve bu yeni yapılanmada dışlanan Bülbülzade küsmez, işgal altında olan Maraş’a yardıma koşar. 

Antep’in kurtuluşundan sonra şehre dönüp eğitim ve öğretim faaliyetlerine yönelir. Millette bir diriliş görmeyi istemektedir. Cami kürsülerinden sarsıcı konuşmalar yapar. İslamı hakkıyla öğretmek için canla başla çalışacaktır. İşte o sıradadır k yeni rejimle problemler başlar.

1924 Martında Medreseler kapatılmış, Hilafet kaldırılmıştır. Yine Prof. Özmantar’ın anlatımına başvuralım burada:

“(Bülbülzade) Bu arada yeni rejimin bazı uygulamalarından rahatsızlık duyduğunu da hiç çekinmeden ifade etmektedir. Devrimlerin bizim bünyemize muvafık ve mutabık olması gerektiği üzerinde ısrarla durur. Sözünü esirgemez. Bazı dostları ile görüşlerini paylaşır.” (s. 439)

Ardından 1927 yılının o Cuma gününe döneriz. Bir köşe başında parayla tutulmuş bir kiralık katil üç el ateş etmiş ve bir nur kandilini daha söndürmüştür.

Bu bizim hikâyemizdir. Unutturulmak istenen hikâyemiz daha doğrusu.