Savunmanın Zafer Marşı
Bu ülkenin "millî" kelimesini yalnızca nutuklarda değil, üretimde, inovasyonda ve pazarlamada da ete kemiğe büründürdüğü bir döneme tanıklık ediyoruz. 2025 yılının ortasında, 15 Temmuz tarihinin hemen ardından gelen haber, Türkiye’nin artık yalnızca kendi sınırlarını değil, küresel savunma ekonomisini de şekillendiren bir aktöre dönüştüğünün ilanı gibiydi.
Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, bir basın toplantısında öyle bir cümle kurdu ki, satır aralarından gurur aktı: “Bu senenin ilk 6,5 ayında şirketlerimiz 6 milyar dolarlık sözleşme imzaladı” dile kolay. Savaş teknolojilerinin, kritik bileşenlerin, stratejik kabiliyetlerin kıyasıya rekabet ettiği bu sektörde, Türkiye artık sadece oyun kurucu değil, aynı zamanda oyun değiştirici bir güç.
Bu sözleşmeler yalnızca parasal büyüklüğü ifade etmiyor. Aynı zamanda bir teknolojik güveni, bir diplomatik onayı ve bir ulusal kabiliyetin karşılığını simgeliyor. Görgün’ün bir başka çarpıcı ifadesi de bu gerçeği gözler önüne seriyor: “Türkiye bu anlamda süper ligde.”
Evet, Türkiye artık savunmada süper ligde. Ve bu başarı, birkaç holdingin değil, binlerce firmanın omuz omuza verdiği bir mücadelenin sonucu. Görgün’ün ifadesiyle, sadece Siper Projesi’nde 700’ün üzerinde firma aktif olarak görev aldı. Bu, dev bir ekosistem demek. Alt yüklenici KOBİ’sinden Ar-Ge mühendisine kadar uzanan geniş bir zincirin her halkası aynı hedefe kilitlenmiş durumda: bağımsız ve etkin savunma gücü.
Ama işin daha da dikkat çeken kısmı, ihracattaki büyüme. 2023’te 7,1 milyar dolarlık ihracat yapan sektör, bu yıl yalnızca 15 Temmuz’a kadar 4 milyar doları aştı. Geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 33’lük bir artış. Bu rakamlar sadece "ekonomi" değil, aynı zamanda "strateji" okumasıdır. Çünkü bu ürünler, "yerli ve milli" mühendisliğin sınır ötesi kabulünü simgeliyor. Savunma sanayisinde ürün satmak, sadece kalem satmaya benzemez; güven, sadakat ve teknoloji ister.
Savunma ürünlerinin %55’inin NATO ve Avrupa Birliği ülkelerine ihraç edilmesi de başka bir anlam katmanı. Bu, Türkiye'nin yalnızca Doğu’ya değil, Batı’ya da mühendislik gücü ihraç ettiğini gösteriyor. Görgün’ün yine altını çizdiği gibi: “Bu sene ilk 6 ayda Türkiye ihracatının ilk 5 sırasındaki ülkenin 4’ü Avrupa ülkesi oldu.”
Öte yandan Haluk Görgün’ün konuşmasında sadece mevcut başarıya değil, gelecek vizyonuna da güçlü bir gönderme vardı. IDEF 2025 sadece bir fuar değil, adeta Türkiye’nin savunma sahnesinde yaptığı gövde gösterisi olacak. Açık alanda araç geçit törenleri, ilk dört günü yalnızca profesyonellere, son iki günü genç mühendis ve girişimcilere ayrılmış 6 günlük dev etkinlik, aslında şu mesajı taşıyor: “Bu toprakların mühendisliğini artık dünya sahnesinde görücüye çıkarıyoruz.”
Ve ne mutlu ki artık bu alan, sadece merkezî birkaç kentte değil, 54 şehirde üretim yapabilecek noktaya ulaşmış durumda. Bu, savunma sanayisinin yalnızca bir endüstri değil, aynı zamanda kalkınma motoru haline geldiğini gösteriyor. Üstelik, kişi başı ihracat değeri yaklaşık 75 bin dolar olan bir sektörden söz ediyoruz. Türkiye'nin katma değeri yüksek teknolojide geldiği noktayı görmek isteyenler için bundan daha iyi bir veri olabilir mi?
Bir de şu var: Sektörde her yıl minimum 5 Türk şirketi, dünyanın en büyük 100 savunma şirketi arasına giriyor. Bazıları artık ilk 50’ye, ilk 40’a yükselmiş durumda. Bu tablo, “birkaç yıla kalmaz ilk 10 ülke arasına gireriz” diyen Görgün’ün sözünün altını dolduruyor.
Savunma sanayisinin bu büyümesi elbette yalnızca mühendislikle açıklanamaz. Bu aynı zamanda siyasi iradenin, ekonomik stratejinin, bilimsel altyapının ve girişimci vizyonun ortak eseridir. Yani bir zihniyet meselesidir. Kendi mühendisine güvenen, kendi şirketine yatırım yapan ve en önemlisi, kendi geleceğini ithal değil, ihraç ederek kuran bir milletin zihniyetidir bu.
Bugün imzalanan 6 milyar dolarlık sözleşme, belki bir gürültüyle manşet oldu. Ama esas ses, bu topraklardan yükselen o sessiz mühendislik şarkısında: "Biz artık yapıyoruz, biz artık satıyoruz."
Ve bu şarkıyı artık sadece biz değil, tüm dünya dinliyor.