Kanlı Miras: Darbeler

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

“Gurbet elde bir hâl geldi başıma..”

61’in Eylül’ü… Bu türkü ile ben sessiz gözyaşları akıtırken, karşı sıradaki adamın da aynı ızdırapla, hissettirmeden ağladığını gördüm.  Kendisine niçin ağladığını sorar gibi oldum. “Anlamıyor musun?” der gibi yüzüme baktı… İkimiz de Menderes’e ağlıyorduk. (Sebati İleri) 

Çocukken gazetelerde Menderes’in idam fotoğrafına uzun uzun bakarken çocuk kalbimin parçalandığını hatırlıyorum.  Dedeciğim de köyde Menderes resimli duvar halısına her bakışında “Bu adama çok yazık ettiler” diye iç geçirirmiş. 

Sonra büyüdüm ve üniversite okuyacak yaşa geldim. “Olmaz!” dediler. “Giremezsin bu şekilde, örtünle, kapıdan içeri!” Darbe benim için hayallerime indirilen balyoz demekti. Ötesini bilmiyordum, manasını da, oynanan oyunları da… Yalnızca yaşadığımı biliyordum ben; sakitâne gözyaşlarımla ıslanan yüreğim sırılsıklam Sakarya’ya veda ederken…

Darbe, ülkemizde yaşayan her ferdi etkilemiş, yaralamış ve hepimizin ortak hafızasına kazınmış en ağır kelimelerden bir tanesi. Peki bu kanlı mirası biz ne zaman ve nereden devr aldık?  Nasıl oldu da her 10 yılda bir bu girdaba tutulduk? Daha da mühimi darbeler neye mal oldu; neler kaybettirdi ilkemize? Bütün bu soruların cevabı Duruş Yayınları’ndan yeni çıkan “Darbelerin Derin Tarihi” adlı kitapta.

“Osmanlı Dönemi Darbe, Suikast ve Muhtıraları”, “27 Mayıs Darbesi ve İdamlar”, “Artçı Darbeler ve 15 Temmuz” olmak üzere üç ana başlıkta topladığı kitabında Mustafa Armağan darbeleri tarih laboratuvarında incelemeye alıyor. Osmanlı ve Türkiye tarihinin darbelerden bağımsız yazılamayacağını vurgulayan yazar darbelerin gölgede kalmış, unutturulmuş tarafına da projeksiyon tutmayı ihmal etmiyor. Çocukluğundan beri neredeyse her darbeye şahit olmuş Armağan kendi gözünden 70’li 80’li yılların Türkiye fotoğraflarını  da bizimle buluşturuyor. Okurken ilk defa duyacağınız bilgilerle darbe kelimesiyle bir adım daha yakından tanışmış oluyorsunuz. Sizi bekletmeden hemen kitabımızdan bir demet sunmak istiyorum. Buyurunuz lütfen. 

Kuleli Vak’ası’nı duymuş muydunuz?  Tanzimat’tan sonra yapılan ilk modern darbe girişimi. Sultan Abdülmecid’i tahtan indirip yerine Şehzade Abdülaziz’i tahta çıkarmak için tertiplenir. Akim kalan darbede yakalanan askerler sorgulanmak üzere Kuleli Askeri Lisesi’ne götürüldüğü için bu adı almıştır. Ülkemizdeki darbelerin miladı budur yazarımıza göre.  

 İkinci darbe 1876’da bu defa Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmek için yapılır. Ağabeyi Abdülmecid’in vefatı üzerine tahta çıkan Sultan Abdülaziz 15 yıl hükümdarlıktan sonra askerî darbeyle indirilecek ve şehid edilecekti.  Fakat senelerce okul kitaplarımızda dahi “İntihar etti”  ithamıyla yaftalanacaktı. Ne istiyorlardı bestekâr Sultan Abdülaziz’den? Kimler rahatsız olmuştu kendisinden? Her darbede muhakkak dış mihraklar ve onların içerideki uzantıları olduğuna dikkat çekiyor müellif. Sultan Abdülaziz evvela Mason localarını kapatarak içeridekilerin düşmanlığını, ardından muazzam donanma kurarak zamanın en büyük deniz gücü olan İngiltere’nin düşmanlığını kazanmıştı. Önce kaleyi içten yıkmak için Şehzade Murad Mason Locası’na çekilmiş hatta üstad bile ilan edilmişti. Osmanlı gemisinin dümenine geçen Abdülaziz tahtan indirilecek onun yerine Mason V. Murad başa geçirilecekti. Onlar plan yapıyordu yapmasına ya kaderin de bütün planların üzerinde planı vardı.  “Şuuru bulanmış” iftirasıyla tahtan indirdikleri Abdülaziz yerine tahta geçen V. Murad amcasının katledilmesiyle şuurunu kaybedecek ve kılıç kuşanmada tuhaf hareketleriyle dikkat çekecekti. Buna rağmen 3 ay tahtta kalan V. Murad’ın ardından Osmanlı tahtına 33 yıl boyunca mührünü vuracak Sultan II. Abdülhamid Han oturuyordu. Darbe üstüne darbe planları yapıldı, Yıldız Camii’nde suikast tertip edildi; fakat Abdülhamid Han kendisine tuzak kuran, suikast tertipleyen, tahttan indirmek isteyen herkesi affediyor; onlara “hain” değil “gafil” diyordu.  Menderes’le en yakıcı ortak özelliği buydu belki de…

31 Mart Vakası kimin eseriydi? Nasıl oluyordu da toplam sekiz kişinin kaybıyla bastırılmış darbeyi 10 gün sonra bastırmaya gelen ve binlerce kişiyi katleden Hareket Ordusu “Hürriyeti kurtaran ordu” olarak tarihe geçiyordu? 31 Mart’ın en menhus mirası şudur diyor müellif; “Darbeler başarılı olursa yapanın yanına kâr kalır!” 

Bir diğer mirası ise dillerinden bir daha hiç düşürmeyecekleri “İrtica” silahı idi.

Osmanlı’nın kalbine saplanan hançer 27 Nisan 1909. Tarihimizin ve talihimizin değiştiği gün. “Benden sonra” diyordu kalbi kanaya kanaya, “bu memleketi10 sene idare etsinler 100 sene idare etmiş sayacağım.” Bu nasıl bir öngörüydü böyle Sultan’ım; senden sonra 10 sene dolmadan inkıraza süreklenmişti naehil ellerde Devlet-i Aliyye…

Bir devir kapanıyordu artık ve meçhule doğru sürükleniyordu torunların…

 Ve 27 sene cumhursuz Cumhuriyet’ten sonra halkının oyuyla başa geçen Demokrat Parti ve Menderes ile millet 10 yıl sürecek kısa bir nevbahar yaşayacaktı. 

Bu zamana kadar 27 yıl darbe olmadan mı geçmişti peki? Öyleyse Takrir-i Sükun ile İstiklal Mahkemeleri’yle milletin inançlarının, geleneğinin, köklerinin üzerinden silindir gibi geçen bu mekanizmanın adı neydi? “Silahsız darbe” de bu kitapta sizleri bekliyor.

Mühim belgelerle tarihimizdeki bütün darbelere (28 Şubat hariç) yer veren kitap, bâhusus  darbelerin kilidi 27 Mayıs Darbesi ve idamları inceliyor. Birbirinden yakıcı sahnelerle içimiz acıyarak okuyoruz satırları. 

Menderes başa geçer geçmez ilk icraatı neydi?

Başvekil, kendi lehine yapılacak askeri darbeye neden onay vermedi?

“ Biz 27 Mayıs’ı ‘Ulus Gazetesi’ ve ‘Akis’ okuyarak yaptık diyordu darbeciler.  Bir de kulaktan kulağa CHP yalanlarıyla yayılan “Fısıltı gazetesi”  vardı ki darbenin alt yapısını oluşturmakta işe yaramış, DP iktidarı onunla başa çıkamamıştı.

Menderes’i ipe götüren, tekrar tekrar okunmaya değer, 10 konuşmadan bir kaçını paylaşmadan geçemeyeceğim;

“İsmet Paşa, kendi zamanında , ‘Ben memleketi idare ediyordum’ diyor. O devirde memleketi çocuklar da idare ederdi.  Çünkü herkesi susturmuş, bir tek kendisi konuşuyordu, memleketi de böyle idare etti ve bu memleket seneler senesi olduğu yerde saydı.”

“Bütün seçimlerde mağlup olurlar, yine de memleket bizimledir, derler. Hükümet işlerinde şimdiye kadar hiçbir muvaffakiyet göstermemişlerdir. Gölge etmesinler biz başka ihsan istemiyoruz.”

“Millete mal olmuş inkılapları muhafaza edeceğiz, millete mal olmamış inkılapları tasfiye edeceğiz.” (Nitekim Arapça ezan yasağı kaldırılmıştır)

Devri tebarüz eden bu satırlara Tevfik İleri’den bir tespit daha ekleyelim; İsmet Paşa 1959’larda “Beni kızdırmayın yapmayacağım yoktur!” diyordu; “Bu doğruydu; kızdığı zaman memleketin hiçbir durumu onun önüne geçemezdi”. (O buna ne derdi?, Sebati İleri, Turhan Kitabevi, Aralık 2005, s.8)

İşte 27 Mayıs ve Yassıada günleri.

Menderes’i Yassıada’daki boynu bükük fotoğraflarıyla tanıyoruz; lakin o çok çetin şartlar altında dahi Tek Parti devrini korkusuzca eleştirmekten vazgeçmemişti.

Yassıada yargılamalarında ise çok hazin sahneler yaşanıyordu; Çocukluk arkadaşı, sırdaşı Ethem Menderes’in hatıra defteri açılıyor, çok sevdiği bakanı Nedim Ökten sıra ona geldiğinde “Ben Menderes’i hiç tutmadım. Aram hep kavgalı idi” diyordu. Şaşkındı Menderes nutku tutuluyordu; “Reis Beyefendi, yanıma her geldiğinde sarılıp öpmeden oturmazdı; eğer yalnız değilse gidişte geri kalıp öpmeden ayrılmazdı. Böyle bir hissini burada öğreniyorum..” (O buna ne derdi?, s. 231) demekle yetiniyordu.

Sezar Brütüs’le bir kere yıkılmıştı, Menderes Yassıada’da kaç kere yıkıldı?

Dar ağacına giden dikenli yollardan geçerken sadece ayağı mıydı kanayan Başvekil’in; nahif yüreği mi?

Türk milletine insan olduğunu hatırlatan Başbakan’a asker, darbe öncesi Cumhurbaşkanlığı teklif ediyor sonra da asmaya götürüyordu?

17 Eylül, saat: 13. 23’te son bir bakışla veda ederken, Menderes’e gökyüzü ağlıyor, onu insanlar değil kuşlar uğurluyordu…

 Ardından 27 Mayıs artçıları her 10 yılda bir sarsmaya devam etti hepimizi; lakin 15 Temmuz’da bu millet artık sokaklara inip hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını haykırıyordu.  Bu şanlı milletin silinmez bir hafızası vardı artık ve bu hafızada Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülhamid, Menderes ve Erbakanlar mahfuzdu...

Hülasa etmekte zorlandığım bu kıymetli esere sakın geç kalmayınız.