Papa Burada Halife Nerede?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Vatikan devlet başkanı ve Katolik Kilisesi’nin  ruhani lideri Papa 14. Leo, 27 Kasım’da  İznik’e gelip hepimizin suratına bir avuç su serpti. Kimilerimiz bu suyla derin uykusundan uyandı; kimimiz suyu hissetmedi bile.

Papa İznik’e neden geldi?

İznik’te 1700 yıl önce Hristiyan tarihinin akışı değişmişti. 325’te Roma İmparatoru Konstantinus din adamlarını İznik’te toplamış; “Birinci konsil” denen bu buluşmada Hristiyanlığın ortak inanç esasları kabul edilmişti.  İznik Konsili hem Ortodokslar hem Katolikler hem diğer müstakil kiliseler tarafından bir tür birleştirici platform olarak görülüyor. Konsilin yeri asırlarca bilinmedi. Ta ki 2014’e kadar. İznik gölü çekilince  bazilikanın temelleri ortaya çıktı. İşte Papa İznik’e 1700 yıl önceki o temele, sular altında kalan o ize tutunmak için geldi. 

Bu sırada ilginç bir şey daha yaşandı; Batı hayranı ve Batı taklitçisi güruh da Papa’nın gelişinden rahatsız oldu. Hatta her zamanki uydurma mekanizmasıyla; “Atatürk zamanında da Papa Türkiye’ye gelmek istemiş; fakat o buna müsaade etmemişti, o olsaydı asla izin vermezdi” dediler.  Böyle bir şey yok tabii, belgesi de yok. Hem düşünmezler mi; Venizelos’u  dahi affedip ağırlayan, Hristiyan alemi üzülmesin diye Fatih’in emaneti Ayasofya Camii’ni müzeye çeviren Mustafa Kemal Paşa neden Papa’yı istemesin? Bunun yerine; “Ortaçağ kıyafetleriyle nasıl dolaşırlar, bu nasıl yobazlık, nasıl irtica böyle?” demeleri gerekmez miydi? Tek kelime etmediler. 

Papa’nın ülkemizde dindaşlarıyla buluşması elbette saygıyla karşılanmalı; zira Osmanlı, tarihi boyunca bütün dinlere saygıyla bakmış; kurduğu Millet Sistemi ile onların hak hukuk ve ibadethanelerini bizzat korumuş ve Kudüs’te olduğu gibi üç semavi din yalnız Osmanlı himayesinde huzur ve sükunla yaşamıştır. 

Lakin kadim (kanlı) tarihine, kutsalına, geleneğine sahip çıkan, Hristiyanların manevi lideri Papa’nın karşısında kim vardı ve neyi temsil ediyordu. Yani onlar neredeydi ve biz neredeydik? İşte esas mesele bu. Papa’nın karşısında Müslümanların lideri Halife  yoktu. Onun yerine ne olduğunu tam olarak kimsenin anlamlandıramadığı “Diyanet İşleri Başkanı” vardı. Ve Papa’yı makamında ağırladı. O fotoğraflara bakıp da hangi Müslüman’ın içi sızlamadı?

Bir tarafta kendilerine has kıyafetleri, kendinden emin, vakur duruşlarıyla Hristiyan din adamları; beri tarafta kendilerinden, atalarından, ecdadından alamet  taşımayan modern (!) kıyafetli Diyanet İşleri ekibi.

O odada başka kim vardı biliyor musunuz? Ruhuna ince bir sızı giren Sultan Abdülhamid Han. Evet. Tam arkalarında duran tabloda o vardı. Başında halifenin bulunduğu İttihad-ı İslam’ın yani İslam Birliği’nin resmedildiği tabloda; dünyanın temerküz noktası Kabe’yi  kutsal topraklarımız Mekke ve Medine’yi İstanbul’a yani Osmanlı’nın kalpgâhına kopmaz bağlarla bağlayan ve Hilafetin gücünü cihana haykıran Hicaz Demiryolu vardı. Fakat önünde duran torunlarında bu tasavvurdan tek bir emare yoktu ne yazık ki.

Bizi kim bu hale getirdi sahi? Ve nasıl oldu da şanlı tarihimizden; köklerimizden, dilimizden, dinimizden yani kimliğimizden koparılmayı bir medeniyet olarak görüp övgüyle kabullendik? 

Yakan soruların cevabını ararken gelin evvela büyük kaybımız Hilafet’in ne olduğunu muhteşem teşbihleriyle Ziya Gökalp’in dilinden tanıyalım; 

“İslâm dininde bütün namazlar cemaatle eda olunur. Cemaatin bir imamı vardır ki cemaati terkip eden bütün ferdler ona uyar. Bu suretle imam cemaatin timsali olmuş olur. Cemaatin fertleri arasındaki dayanışma, imamın şahsında tecelli eder. 

Her imamın kendi cemaatini namaz esnasında birleştirerek birçok ruhlardan tek bir ruh meydana getirmesinden küçük bir dayanışma doğar. İslâmiyette bundan başka bir de büyük bir dayanışma vardır ki bütün ümmeti tek bir ruh hâline getirir. Bunun şekli de bütün imamların mânevî bir surette bir imâm-ı ekbere (en büyük imama) uymasıdır. İşte bu imamlar imamına ‘Halife’ namı verilir. O halde namaz kılınırken yalnız gözümüzün önündeki cemaatin imamda merkezleşen ruhî birliğini görmekle yetinmemeliyiz. Bilmeliyiz ki bu cemaatten başka milyonlarca cemaatler de aynı zamanda bir ümmet halinde birleşmiştir. Bu birleşme bütün ümmetin bir büyük imamın, yani Halifenin çevresinde birleşmesiyle doğar. Demek ki küçük imamlar küçük cemaatleri merkezleştirerek İslam âlemindeki büyük dayanışmayı oluşturur. Bundan dolayıdır ki bütün İslam âlemi Halife meselesiyle ilgilidir. Yeryüzünde bir Hilâfet makamı bulunmazsa İslâm âlemi kendisini imamesiz kalmış bir tesbih gibi dağılmış, perişan görür.”(1)

İşte emperyalizmin kalbine korku salan, Milli Mücadelede bütün Müslümanları Osmanlı’ya yani Hilafetin tahtgâhına yardıma koşturan bu güçtü. Zira Müslümanlar biliyordu ki Osmanlı giderse İslam alemi imamesiz kalır ve tesbihin taneleri gibi etrafa savrulur. 

Fakat gelin görün ki bu imameyi biz kendi ellerimizle koparıp attık.

Nasıl mı?

Buyurunuz lütfen. 

Lozan’a giderken hilafetin müdafii bizzat İsmet Paşa’dır. Lakin dönüşte bir hal olmuştur paşaya. “Ben fedakârlığı son haddine vardırdım” sözleri dökülüyordur dilinden. Son hadden kastı ne olaydı ki?

Cevabını sonra tek tek içimiz yanarak öğrendik. 

Yalnız birini kronolojiden okuyalım mı?

24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanmıştı. Fakat nedense İngilizler antlaşmayı Avam Kamarası’nda bile görüşmeye almadılar. 

Ardından hilafet makamını korumakla şeref duyan meclisimiz, tarihler 3 Mart 1924’ü gösterdiğinde hilafeti ilga ediyor yani kaldırıyordu. 

Fedakarlığın bu hadde varacağını beklemeyen İngiltere, antlaşmayı tam bir yıl sonra 16 Temmuz 1924’te bu defa memnuniyetle onaylayacaktı.

Yaşadıkları şoku İngiliz subayı James Edward Edmonds şöyle anlatacaktı: “Musul görüşmeleri devam ederken, ‘Türklerin hilafeti kaldırdıkları’ telgrafını aldım. Az daha sandalyeden düşecektim. Türklerin bindikleri dalı bu  şekilde keseceklerine inanmak gerçekten çok güçtü.”

Böylece İngiltere, oyununu başarıyla tamamlamış; güneş batmayan sömürgelerinden ışığı eksik olmayan Osmanlı kılıcını indirmişti. 

Yüzyıl sonra neyi kaybettiğimizi hatırladık mı?

Şimdi Papa burada, Hristiyanların birlik olması için dua ediyor. 

Ya biz?

2 milyar Müslüman Gazze’de bir kişiyi, Filistinli doktor Hüsam Ebu Safiyye‘yi dahi esaretten çıkaramıyoruz. 

Bizi bu utançtan kim kurtaracak? 

Baybars gibi İslam birliğini sağlayıp günümüzün Moğolları İsrail’i durduracak Halife nerede?

  4 Aralık 2025

(1) CHP Cumhuriyet kurulurken  Hilafeti böyle savunmuştu https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/chp-cumhuriyet-kurulurken-hilafeti-boyle-savunmustu-37308.html