TARİHİN YANIK SESİ: NAĞMELER
“Türkü” deyince aklıma radyosunu yastık yapıp başını dayayarak sabahlayan babacığım gelir. Yanık sesiyle “Parayla saadet olmaz” türküsünü çağırışı… O hâlâ devam eden âdetinde neyi arıyordu; çocukluğunu, köyünü, gençliğini mi yoksa hasretini çektiği baba ve anneciğini mi? Kim bilir…?
Ah Rumeli-i Şâhâne, 6 asır yanında huzur bulduğu Osmanlı’ya veda ederken bir daha kavuşabilme ümidiyle gençlerin gönlüne ne vedialar bırakacak;
“Ey masum Türk evlâdları
Kalbe yazın bu tarihi
Bin üç yüz yirmi sekizde Türk
Bulgarın pis elleri
Süngüledi anneleri

***
Bak Türk genci ne yapacak
Çalışacak durmayacak
Balkanları baştan başa
Türk kanıyla yıkayacak”
dizeleriyle İntikam Şarkısı yazacak;
“Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene;
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.”
sözleriyle Yahya Kemal, o “Kaybolan Şehir” i, kim olduğumuzu ve kardeşlerimizi unutturmayacaktı.


Nihal Atsız’ın Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz adlı kitabında dile getirdiği gibi bir zamanlar “Okuma kitaplarımız; vatan millet, fazilet ve ahlak telkin eden yazılarla dolu idi. Balkan felaketinden sonra, kaybedilen yerleri kurtarmak aşkını aşılayan manzumeler, marşlar, yazılar, telkinler ruhumuzda büyük bir dalgalanma yapardı. Cumhuriyet devrinin okuma kitaplarında olduğu gibi Falih Rıfkı’nın “Rumeli’yi Unutalım” başlıklı yazısı nevinden bir parçanın okuma kitaplarına girmesine imkân yoktu.”
Bu nasıl yakan başlıktı böyle ve okuma kitaplarımıza nasıl girmişti? “Kurtuluş Savaşı’nı kaybedip İzmir ve Trakya’yı elden çıkarsaydık o zaman da İzmir’i Unutalım mı diyecektik?” diye haykırıyordu adeta Atsız ve devam ediyordu;
“Hayır! Rumeli’yi unutmayacağız… Hiçbir yeri unutmayacağız… Turgut Reis’in mezarı olan Trablus’u, kahraman Türk kadınlarına ve kızlarına mezar olan Rodos’u da unutmayacağız. Azerbaycan, Kırım’ı, Türkistan’ı, Kafkasya’yı, Altaylar’ı, Urallar’ı, Ediller’i de unutmayacağız… Milli miras, Cibali imamının terekesi değildir. Onu Falih Rıfkı veremez. Onu kimse veremez.” diye çıkışacaktı; Cemil Meriç’in dediği gibi Haçlıların en büyük zaferi tarih kitaplarımız nesillerimizin zihinlerini işgal etmişti ne yazık ki; işte bu bozuk mayanın ak sütlü mazimizi bulandırmasındandır bugün “Afrin’de Gazze’de ne işimiz var?” sorularını duyuyor olmamız!


Bu acı, yakıcı hakikate ara verip gidelim mi biraz Anadolu’ya ve kulak verelim Hayın Fransız’a karşı kanıyla kahramanlık destanları yazan “Şanlı” Urfa âşıklarına;
“Tılfındır hastahane karşıma karşı
Zalim Fransız’ın bomba atışı
Urfa Çetelerinin süngü takışı
Di yeri yeri Bozan Begim yeri
Çetelerim gidiyor dönmüyor geri…”
Hayali cihan değer dizelerden tekrar yakan tarihe çekeceğim sizi; lakin kalemim oldukça zorlanıyor.
“Hasretinden prangalar eskittim” adlı şiiriyle tanıdığımız Ahmet Arif, 33 Kurşun şiirinde Tek Parti devrinin cinayetlerinden birine böyle ağıt yakar;
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuz üç kurşunlu yürek
Otuz üç kan pınarı
***
Vurulmuşum
Düşüm; gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız.
Muğlalı Olayı adıyla meşhur 33 Kurşun Katliamı; 1943’te, Van’ın Özalp ilçesinde 33 kişinin hayvan kaçakçılığı iddiasıyla Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın talimatıyla yargılanmadan kurşuna dizilmesidir. Öyle ki o köyde bir tane erkek kalmamıştır. Daha da acısı, sonradan olay yerinde keşfe giden İnönü Muğlalı’yı koluna takarak yapmıştır teftişi. Meseleyi çözmek için Sherlock Holmes olmaya gerek yok sanırım.


Hatırlayın; aynı İnönü Yunan palikaryalarını İzmir’e salıp tam üç buçuk sene boyunca akıl almaz katliamlarda bulunan; hamile kadınların karnını deşen, genç kızlara tecavüz edip yaptığı işkencelerle aklını yitirtip dağlara kaçırtan katil Venizelos’u da henüz şehitlerimizin kanı kurumadan eşi Mevhibe Hanım’ı koluna takarak Yunan bayraklarıyla donattığı Ankara’da kral protokolüyle ağırlamamış mıydı?
Şaşkınlık labirenti mazi…
Namütenahi cinayetlerden bir diğeri Azerbaycan Türkü kardeşlerimize karşı yapılmış utanç verici ihanetlerden biri Boraltan katliamı.
Gelin önce şiiri dinleyelim sonra yakan hikâyesine geçelim;
“Boraltan bir köprü,
Aşar geçer Aras’ı,
Yuğsan Aras suyuyla,
Çıkmaz yüzün karası.
***
Düşman bekler karşıda,
Önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda,
Kardeşim sattı beni.
***
Dönüp seslendim geri,
Merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız,
Şu gavurun yerine
***
Bu imiş meğer istirahat
Yordum kadere kısmete.
Uyusun şimdi rahat,
Deyin öldüğümü İsmet’e (Bu dörtlük sansürlenmiştir senelerce?)
1944’te 146 Azerbaycan Türkü kardeşimiz, komünist rejim baskısından kaçarak Türkiye’ye sığınmıştı. Fakat Türkiye tarafsız olma bahanesiyle bu kardeşlerimizi Stalin’in askerlerine teslim etmiştir. Kurşunlanacaklarını anlayan kardeşlerimiz: “Nolur bizi teslim etmeyin, siz kurşuna dizin; bari bayrağımızın altında ölelim” diye yalvarmıştır fakat nafile; Ankara’dan gelen emir nettir! Nâçar, Boraltan Köprüsü’nü geçen aydınlar; elleri bağlanmış olarak acımasızca kurşuna dizilir. Buna şahit olan Karakol komutanı bu elim manzara sonrası intihar etmiştir.
“Sırça Köşk” adlı kitabında Sabahhatin Ali, Tek Parti’nin kâğıttan saltanatının bir gün yıkılacağını ustaca anlatmıştır. Lakin işlediği bu büyük suçla o da aynı akâmete uğrayacak, bir faili meçhul cinayetle susturulacaktır.
Konya’da Atatürk’ü yeren Memleketten Haber adlı şiirini dost meclisinde okuduğu iddiasıyla 1932’de Sinop Cezaevi’nde yazdığı Hapishane Şiirleri 5’te;
“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma…”
dizeleriyle gönlümüze o günlerden bir duvar yazısı bırakarak veda eder bahtsız şair…
Son olarak Karadeniz yöresinden bir türkü ile bitireyim satırlarımı;
“Atma Hamidiye atma!
Şapka da giyeceğuz,
vergi de vereceğuz!”
Şapka kanununa karşı çıkan Rize’de halk Hamidiye Zırhlısının bombardımanına maruz kalınca dersini çok iyi alıp bu türküyle başından şapkayı eksik etmeyeceğine söz vermişti.
İşte böyle bir dönemin yanık sesiydi dizeler…