Kıbrıs Meselemiz:Tarihte Kıbrıs
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Akdeniz’in en büyük 3. adasıdır. Adaya ilk yerleşenlerin M.Ö. 8200'lü yıllarda gelen topluluklar olduğu biliniyor. Nereden geldikleri konusunda kesin bir fikir yoktur. Kıbrıs, tarih boyu dünya üzerindeki çoğu devletin ilgisini çekmiştir. Milattan önceye bakarsak, Pers egemenliğini görebiliriz Kıbrıs’ta. Sonraki yıllarda Kıbrıs’a Büyük İskender hükmetmiş, ardından Roma egemenliğine girmiştir. Zaman zaman İslam dünyasının akınlarını gördüğümüz Kıbrıs, III. Haçlı Seferleri'nden de nasibini almıştır. Fransız kökenli Haçlıların (Lüziyan Krallığı) yönettiği bu ada, daha sonra Venediklilere devredilmiştir. Tarihler 1571’i gösterdiğinde ise Kanuni Sultan Süleyman’ın başlattığı seferleri Yavuz Sultan Selim nihayete erdirmiş ve adayı Türkler fethetmiştir.
Yavru Vatan
Ada, o dönemki bütün devletler için jeopolitik anlamda büyük öneme sahipti. Dünyanın bir diğer ucunda sömürge arayışı içerisinde olanlar, Anadolu’ya yapacağı akınlar için bir üs bölgesi olarak düşünenler ve Akdeniz’de korsan saldırılarına maruz kalanlar, Kıbrıs’ı bir kurtuluş yolu olarak görüyordu. Kıbrıs, Osmanlı Devleti için bir "yavru vatan" olmuştu.
1878 yılına geldiğimizde, çıkan Rus harbi işleri zor bir duruma sokmuş, Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmişti. Osmanlı Devleti, Ruslara karşı Büyük Britanya’dan destek beklerken, İngilizler Kıbrıs’ı işaret ediyordu. Kıbrıs’ı İngilizlere kiralamak zorunda kalan Osmanlı Devleti, 30 yılı aşkın süre sonra meydana gelen Birinci Dünya Harbi'nin tam ortasında kalmıştı. 1914’te bu emsalsiz durumu fark eden İngilizler, adayı ilhak ettiklerini açıkladılar.
İngilizler için ada, Süveyş Kanalı’na yakınlığından dolayı çok büyük bir öneme sahipti. Üzerinde güneş batmayan bu imparatorluk, sömürgelerine yakınlığından dolayı Kıbrıs Adası’nı bırakmaya niyetli değildi. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, durumu her ne kadar yakından takip etse de, Kıbrıs meselesi için yeterli olmadığının farkındaydı. Lozan Antlaşması’nda Türkiye, yavru vatanını İngiliz egemenliğine bırakmak zorunda kalmıştı.
Rum Kesiminin Enosis Hayali
Ada nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Türkler, İngilizlerin egemenliğinde Rumların eziyetlerine maruz kalmaya başladılar. Rum nüfusu ile karışmayan Türkler, köylerinden kovuluyordu. Rum kesimi, 1930’lu yıllarda Enosis isteğini açıkça dünya kamuoyuna duyuruyordu. Yunanlılar, bu birleşme için adadaki Rum kesimine yardım ediyordu. Dünyanın gözü önünde Kıbrıs’ta Türkler yok sayılıyordu. Zamanla bu mesele kanlı olaylara dönüştü.
1955 yılında, bu çirkin emeller için EOKA terör örgütünün kurulduğu açıklandı. EOKA, Türk köylerini yağmalıyordu. Hatta birleşme karşıtı Rumları dahi öldürüyordu. Türkler, kendileri gruplaşarak köylerini korumaya çalışsalar da, bu düzenli saldırılar büyük bir yıkıma yol açıyordu. Türk Mukavemet Teşkilatı, adadaki Türklerin can güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. 1960 senesinde Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör ülkelerdi.
Bu kurulan Kıbrıs Cumhuriyetine III. Makarios başkanlık ediyordu. EOKA durumdan memnun değildi. Rum kesiminin asıl isteği kesin bir birleşmeydi. III. Makarios ise bu birleşmede cumhuriyeti bir zıplama aracı gibi kullanacağını, yakın zamanda Enosis’in gerçekleşeceğini belirtiyordu. Birkaç yıl sonra, Makarios ülkenin böyle yönetilemeyeceğini belirterek Türklerin yetkisinin azaltılacağı bir anayasa istediğini duyurdu. İşte Türklerin adadan gönderilmesi, yani Akritas Planı’nın en önemli noktası buydu. Artık her şey göz göre oluyordu. Rumlar, Türkleri katlediyordu. 1963 senesinde dünya üzerinde eşine az rastlanır bir vahşet gerçekleşti. Binbaşı Nihat Elim'in eşi ve 3 çocuğu, evlerinde saklandıkları küvette katledildi.
Türk Hava Harekatı
Birleşmiş Milletlerin göndermiş olduğu Barış Gücü’nün gözü önünde olaylar hafiflememişti. Türkiye, İngiltere’den garantör ülkeler olarak işbirliği içerisinde bir müdahale istedi. Ancak İngiltere, bu duruma müdahale etmeyeceğini belirtti. 1964 senesinde Türkiye, tek başına bir müdahale kararı alarak ada üzerinde hava harekâtı düzenledi. Kıbrıslı Türklerin öylesine sıkıştığı bir durumda bu hava harekâtı çok önemliydi. Yüzbaşı Pilot Cengiz Topel, uçağının düştüğü sırada paraşütle atlayarak hayatta kaldı. Ancak Rumlar, onu esir alarak insanlık dışı işkencelere maruz bıraktılar. Cengiz Topel'in naaşı Türk tarafına teslim edildiğinde, otopsisini yapan doktorlar böylesine bir vahşetle karşılaşmadıklarını ve o anları unutamadıklarını yıllar sonra anlattılar.
O sene aslında ülkenin dış politikasının ne kadar önemli olduğunu bizlere vurguluyordu. ABD Başkanı Johnson, Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’ye Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli mektubunu gönderdi. Bu mektup, 10 sene sonra mecliste okundu. Bu diplomatik nezaketten uzak olan mektupta, ABD, Kıbrıs’a Türkiye müdahalesinin NATO içinde büyük bir huzursuzluğa yol açacağını, iki NATO üyesinin (Türkiye-Yunanistan) karşı karşıya gelmesini istemediklerini belirtiyordu. Silahların NATO silahı olduğunu ve kullanmalarına izin vermediklerini, bununla yetinmeyip Türkiye’nin adaya müdahalesinin ardından olası bir Rusya-Türkiye savaşında, NATO’yu NATO yapan 5. maddesinin (Bir NATO üyesine saldırı olursa, bütün NATO üyelerine saldırı olmuş sayılır ve bütün NATO üyeleri savaş açmakla yükümlüdür) devreye girmeyeceğini yazıyordu. Kıbrıs yalnız bırakılmak isteniyordu.
1967 senesinde, Geçitkale ve Boğaziçi köylerinde yağmalama yapan EOKA, çok sayıda Türk'ü katletti. General Grivas’ın öncülüğünde gerçekleşen bu katliamlar, ortak devlet fikrinin sadece Enosis için bir oyalama olduğunu tekrar gözler önüne serdi.
Aslında bu olayları yazarken bile insanın içi kan ağlıyor. Kıbrıs’ın bizim için ne kadar önemli olduğunu fark etmemiz lazım. Bugün gördüğümüz Kıbrıs için, eşini ve çocuğunu şehit veren Nihat Elim’i, yine şehit olduğunda vücudunda kırılmadık kemiği kalmayan Cengiz Topel’i, nice mücahid ve mücahideleri unutmamamız lazım. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kalemle ve masa başında kurulmamıştır. O insanların verdiği canlardan dolayı bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardır. Yine bugün güçlü bir Türkiye’nin yardımıyla var olmaya devam edecektir. Bir sonraki hafta yazımın devamı olarak barış harekâtını ve günümüzü ele alacağım.