Takiyüddin Rasathanesi neden yıktırıldı? (I)

Tarih arenasını bir örümcek ağıdır sarmış ki, vazifesi mütemadiyen hakikati görmemize mani olmak. Tarihimizin kendine gelebilmesi için bu menhus ağın bir an önce tamamen temizlenmesi gerekir.
Misal mi? Buyurun Mustafa Balbay’ın 25 Aralık 2003 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan “Takiyeddin’den takıyyeye” başlıklı yazısına.
Mustafa Balbay’a göre astronomi bilgini ‘Takiyeddin’ İstanbul’da bir gözlemevi kurmak ister. Padişah III. Murad izni ‘hemen’ verir, hatta malzemelerin teminine de yardımcı olur. Lakin ‘aynı dönemde’ bir veba salgını belirince ‘bağnazlar’ bunu ‘Takiyeddin’in gökyüzünü araştırmaya kalkmasına bağlar ve padişah üzerinde baskı kurar. ‘Takiyeddin’ de ne yapsın, Şeyhülislam efendiden fetva istemekte bulur çareyi.
Mustafa Balbay’ın ifadesiyle söylersek:
“O izin verirse gözlemevi çalışmalarını sürdürecek, vermezse yıkılacaktı. Şeyhülislam, gökyüzünün derinliklerini araştırmanın Tanrı’ya şart koşmak [‘şirk koşmak’ demek istiyor herhalde- MA] olduğunu söyleyip gözlemevine karşı çıktı. Bir gecede gözlemevi yerle bir edildi.”
Arkasından yobazlık ve bağnazlığın ‘Türk dünyasında’ bilimin gelişmesine ne büyük darbeler vurduğunu eklemekten geri kalmaz gazetecimiz.
Yaklaşık bir hafta sonra aynı Cumhuriyet gazetesinde bu defa isminin başında “Prof. Dr.” unvanı bulunan Fatma Esin’in yine “Takiyeddin’den takıyyeye…” başlığıyla kaleme aldığı ve Mustafa Balbay’ın yazısındaki iddialarını perçinlemeyi amaçlayan ikinci bir yazı neşredilir (2 Ocak 2004). Prof. Esin’in meseleye dair hükmü fazlasıyla kesindir:
“Şeyhülislam hemen fetva vermiş ve 1580’de bir gece topa tutularak yıktırılmış gözlemevi.”
Son örneğimiz 26 Mart 2002 tarihinde Hürriyet gazetesinde çıkan imzasız bir yazıdan. Şöyle deniliyor bu yazıda:
“Şeyhülislam'ın verdiği bir fetva ve padişahın emriyle Yeniçeriler Galata'daki rasathaneyi basıp, yerle bir ederler.”
Tarihi saran ‘örümcek ağı’ dediğim böyle bir şey işte.
Biri rasathane ‘bir gecede yerle bir edildi’ diyor (gündüzler torbaya mı girdi ki?), öbürü ‘topa tutularak yıktırıldığını’ yazabiliyor, üçüncüsü ise padişah yeniçerileri gönderip rasathaneyi yerle bir ettiriyor.
Üçüncü anlatı neyse de, Allah aşkına, payitahtın göbeğinde, Tophane semtinde, hem de meskûn mahalde, yani mahalle arasında, üstelik yer altında kurulmuş bulunan (çâh-ı rasad: rasat kuyusu) Semerkand’da ayakta duran eşine benzer yapı olan bir rasathaneyi gemilerden topa tutturarak yıktırmanın mantığı nedir? Yıkanların bilim ‘düşmanı’ olduğu daha kavi bilinsin diye mi böyle yaptılar acaba?
Kartal yuvasını andıran Kamaniçe kalesinin burçlarını birkaç gün içerisinde yer altından lağım kazarak çökertebilen bir orduya sahip Devlet-i Aliyye İstanbul’daki üç beş yıllık basit bir binayı bir manga amele gönderip yıktırmak dururken neden topa tuttursun ki? Bir bina o zamanki teknolojiyle uzaktan nokta atışıyla yıkılamayacağına göre o kadar top atmak suretiyle dövdüğünüzde çevresindeki koca mahalleyi de imha etmek kaçınılmaz değil midir?
Kimse kusura bakmasın ama rasathane binasının topa tutarak yıktırılması diye bir hadise yok. ‘Yıkım’ var mı peki? O da tartışılır.
Büyücü Newton!
Karışıklık şu noktadan kaynaklanıyor:
Osmanlı düzeninde Kapuudan-ı Deryalar aynı zamanda İstanbul’un güvenliğinden sorumlu olup Galata halkının dertlerini dinler, hatta davalarına bile bakardı.
Kitaplarda rasathanenin yıkım işi Kapudan-ı Derya Kılıç (veya Uluç) Ali Paşa’ya emredildi yazıyor ya, birileri akrobatlar gibi asıl işi denizcilik olduğu için onun Fındıklı semti açıklarındaki gemilerden rasathaneyi topa tutarak yıktırdığı sonucuna sıçrayabiliyor. Halbuki bizzat rasathanenin inşa edildiği bölgenin asayiş sorumlusu olduğu için Kapudan-ı Derya’ya verilmiştir “kapatma” görevi. Mesele budur.
Şimdi kafanızda dolaşan asıl soruyu cevaplamaya geldi sıra.
Öyle veya böyle, rasathane neden yıktırıldı?
Öncelikle o tarihlerde rasathanenin, yani gözlemevinin anlam ve faaliyet sahasının kapsamını iyi bilmek lazım. İster Batı’ya, ister Doğu’ya bakın, 16. yüzyıla, hatta bir asır sonraya ait rasathanelerde astronomi ile astroloji ikiz kardeş gibi geçinir giderdi. Mesela Avrupa astronomisinin en kritik modern halkalarından kabul edilen astronom Tycho Brahe’nin aynı zamanda gelecekten haber verme (kehanet) işini yaptığını George Washington Üniversitesi bilim tarihi hocalarından Richard H. Schlagel From Myth to Modern Mind adlı eserinin 2. cildinde açıkça belirtiyor. Dahası Arthur Koestler’e bakılırsa Tycho Brahe bir saray falcısıdır. Hatta 1723 yılında yani 18. asrın ilk çeyreğinde ölmüş bulunan Sir Isaac Newton’ın bile hem astronomi hem de astroloji ve diğer gizli bilimler üzerine yoğun bir şekilde çalıştığını ve bu yüzden adının “son büyücü”ye çıktığını biliyoruz.
İşte Newton adlı ‘modern bilimin babası’nın yazılmayan yüzünden satırlar:
“Fakat Newton’un gizli bir ikinci yaşamı daha vardı. Simyayla doğrudan uğraşan biriydi. Kütüphanesindeki 270 kitabın yarısından fazlası simya, mistisizm ve büyüyle ilgiliydi. 17. yüzyılda simya sapkınlık sayılmaktaydı ve cezası idam olan bir suçtu. Newton azami gizlilik koşullarında, çalışma hayatının büyük bir bölümünü Vahiy Kitabı’nın şifrelendiği söylenen kıyamet tarihini hesaplamaya, Danyal Kitabı’ndaki kehanetlerin anlamını çözmeye ve insanlık tarihinin kronolojisini çekirgelerin nüfus döngüsüyle ilişkilendirmeye çalışmakla geçirdi. Newton optik ya da devinim (hareket) üzerine çalışmalarından ziyade dinsel teorileriyle hatırlanacağı kanısındaydı.”
Demek ki, öncesinde olduğu gibi 16. ve 17. asırlarda da rasathanelerde astronomi ile astroloji el ele yürümekteydi. Nitekim Taşköprüzade Ahmed Efendi’nin eş-Şakâyık-ı Nu’mâniye adlı kitabında astronomi hakkında verdiği bilgiler de bu durumu doğrular niteliktedir. Taşköprüzade’ye göre astronominin tam 27 dalı vardır ki, bir kısmı ‘ahkâm’dır, yani yıldızlara bakarak gelecekten haber vermekle uğraşır. Ancak bu ilimle uğraşanları, yaptıkları işler şüphe ve tahminden uzak olmadığı için pek hoş karşılamaz üstad. Bunun yerine geleceği öğrenmek isteyenlere sahih hadisleri araştırma tavsiyesinde bulunur.
Yazının devamı yarın
