Yeni Bir Orta Doğu Mümkün mü?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Bazen bazı kelimeleri duyduğumuzda aynı şeyleri düşünürüz. Hangi insan olursa olsun düşünceler aynı olur. Misal Orta Doğu dediğimiz zaman herkesin aklına kan ve kaos gelir. Hayatın bu kadar ucuz olması, orada yaşayan insanların her yeni bir güne “Acaba uyanabilecek miyim?” sorusu kısaca hayat endişesinin en fazla olduğu yer…
   Dünya genel anlamda eşit bir yer değildir. En basitinden yer altı kaynakları bile eşit dağılmadığından ötürü ülkelerdeki ekonomik dengeler eşit olamaz. Böyle bir şeye alışkınız. Zaten ticareti vazgeçilmez yapan en temel hususlardan biri budur. Bundan binlerce sene önce insanlar değiş tokuş yapıyorlardı. Ancak o dönemlere bile dikkatle bakacak olursak bazı toplulukların verimli topraklardan ve sudan dolayı Mezopotamya dediğimiz bu bölgeyi istila ettiklerini görürüz.
   Seneler geçer, nesiller değişir. Bu sefer de petrol kaynağı olarak görülür bu topraklar.  Anlayacağımız, dünya tarihinde hiçbir şekilde rahata kavuşamayan bir yerdir Orta Doğu.
Yine çok kadim topluluklara ev sahipliği yapsa da özellikle son yıllarda istikrar görmemiz pek mümkün olmamıştır.
  Sosyolojik açıdan da bakacak olursak pek değişmez. Bu coğrafyada yaşayan topluluklar, ekonomi başta olmak üzere var olan politik istikrarsızlıklar, savaşlar ve nice sebeplerden dolayı eğitim seviyesi anlamında oldukça düşüktür. Bu tür yerlerde demokrasiden söz edemezsiniz. Halk doğrudan yiyeceği ekmeğin derdindedir. Kimi zaman içeceği bir bardak su problem olur. Temiz suya muhtaç kalır. Bazı topraklarda en büyük problemin sadece bir bardak suyun olması bile hayatın en gerçekçi yüzüdür.
  Sadece burada yaşayan devletlerin değil aslında bütün dünyanın bir sorunudur. Bunu şu şekilde düşünebilirsiniz; askeri ve ekonomik alanda kendine güvenen devletler bu bölgelerde çeşitli stratejiler izler. Bu stratejilerden kaynaklı ya büyük bir güç olmaya devam eder ya da ekonomik alanda problemler yaşar. Her iki sonuç da bütün dünyayı direkt etkileyen olaylardır. Her iki sonucunda hem iyi hem de kötü sonuçları vardır.
   Bir devlet bu coğrafyadan büyük kazanımlar elde ediyorsa bu, rekabet alanında bir değişimi getirir. Tam tersi, ekonomik anlamda başarısız kaldıysa dünya kamuoyunda bir güven kaybı yaşar. Daha somut örnek verecek olursak Amerika’nın Afganistan stratejisi, dünyanın Amerika’ya karşı duyduğu güveni derinden sarsmıştır. Aynı şekilde Cemal Abdünnasır’ın 1956 senesinde Süveyş Kanalı’nı millileştirmesinin sonucu olarak Mısır’a savaş açan İngiltere, Fransa ve İsrail için büyük bir tepki oluşmuştu. Bu tepkiler karşısında ABD bile bu devletlerin geri çekilmesi kanaatinde bulunmuştu.
Yani bu topraklar üzerinde dönen stratejiler dünya gündemini direkt etkiler.
Peki bu kanlı durum değişir mi?
    Bu hafta Birleşmiş Milletler bir konferans düzenledi. Bu konferansın konusu “Orta Doğu’da Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge”. Acaba Orta Doğu böyle bir refah seviyesine ulaşabilir mi? Yoksa sadece kâğıt üzerinde konuşulabilecek bir konu mu?
  Bu iddialar 1970’lerden beri gündeme geliyor. Ancak somut bir adım söz konusu değil. En büyük problemlerden biri bakış açısı. Eğer bölgeye dışarıdan bakacak olursak nükleer silahlar sadece bir tehlike unsuru. Gerçi bu konuda herkes aynı fikirde. Olay şurada değişiyor: Bölgedeki devletlere göre güvenlik için bir zorunluluk. Özellikle İran ve İsrail’in ellerinde bulundurmuş olduğu nükleer, Birleşmiş Milletler’in bu konferanslarını çıkmaza sürüklüyor.
  Şahsen Orta Doğu’nun bir anda silahlardan arındırılamayacağı kanaatindeyim. Ancak bu konunun yeniden gündeme gelmesi bile olumlu bir durum. Bilirsiniz ki bir eyleme geçmeden önce onu düşünmeniz gerekir. Şu anda her ne kadar basit bir adım gibi gözükse de belki yıllar sonra değişimin en temel adımlarından biri olarak sayılacaktır.