“Osmanlı’da Okuma Yazma Oranı nasıldı?” Sorusunun Cevabı Bursa Ulu Cami’de!

“Osmanlı arşivi” deyince akla tahrir yani kayıt gelir; lakin her zaman kayda ihtiyaç duymaz tarihçi; muhakeme yeteneğini de kullanır. Osmanlı’da okuma yazma oranının düşük olduğunu iddia ediyorlar; öyleyse 3 kıtaya 6 asır nasıl hükmetti, bu kadar uzun süre ayakta kalmayı nasıl başardı? Bütün bilim adamlarını geçelim Mustafa Kemal Paşa’yı kim yetiştirdi? Osmanlı okulları değil mi?
Kendi ecdadını bizim kadar hakir gören ondan utanan başka bir millet var mı hakikaten bilmiyorum. Üstad Cemil Meriç’in muhteşem tespitiyle “Haçlıların en büyük zaferi tarih kitaplarımız” nesillerimizin beynini öylesine işgal etmiş durumda ki adeta Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” adlı kitabından canımız acıyarak dinlediğimiz mankurtlar gibi olmuşuz. Yoksa gittiği her yere barış ve huzur götüren Şanı Yüce Devlet-i Aliyye’nin torunu olmaktan iftiharla bahsetmemiz gerekirken böylesine düşman olabilir miydik? Hipnoz edilmiş ezberci eğitim sistemiyle sorgulama istidadı elinden alınmış nesiller… Şimdi kaplumbağaya “Gel, konfor alanını terk et, kabuğunu kır” diyor birileri. Ne yaman bir davet bu böyle.
Her şeye rağmen bir ümit kör kuyulara atılanlara sırlı merdiven sunuyor Bursa Ulu Cami; tutunmak isteyen buyursun lütfen.
İstanbul’u ilk kez kuşatan ve onu almak için yanan Yıldırım Bayezid onu 4 defa kuşatmasına rağmen alamasa da Bizans İmparatoru Manuel’e İstanbul’da bir Türk mahallesi kurdurmuş, kaleyi içten fethedecek Osmanlı tohumunu koymuştu. Takvimler 1396’da Bayezid’in Niğbolu Zaferi’yle taçlandı. Haçlılar bir araya gelemeyecekti bu güç karşısında artık; Avrupa’da Osmanlı korkusu zinhar geçmeyecekti. Bursa’da bu şanlı zafer sonrası şükrünü (bir rivayete göre adağını) eda etmek için 20 cami yaptırmak istedi Sultan-ı İklim-i Rum. Lakin damadı ve hocası Emir Sultan onun yerine 20 kubbeli camii yaptırmasını tavsiye edince asırlara Osmanlı mührünü vuracak Ulu Cami temelleri atıldı. 1399’da tamamlanan cami aradan 626 sene geçmesine rağmen göz kamaştırmaya devam ediyor.
Buyurunuz büyük merdivenlerinden ağır ağır çıkıp içeriye adım atalım; zira Üftade Hazretlerinin sürur veren sözü bizi bekliyor; “ Ey Ulu Cami, Ey büyüklerin toplandığı mekân, gece gündüz seni ziyaret edenlere müjdeler olsun!”
Tam karşıda Evliya Çelebi’nin: “Çiçek resimleriyle yazılarını, cihan ressamları toplansa yapamazlar, misali yoktur” dediği mihrap. Yanında Mehmed b. Abdülaziz b. ed- Dakiva tarafından yapılan minber, Bursa’dan dünyaya yayılan büyük bir şaheser. Minberin sağ yüzünde galaksi sitemimiz ahşaba işlenmişken sol yüzünde güneş sistemimiz 9 gezegenle birlikte güneşe uzaklık ve büyüklükleri tam hesap edilerek resmedilmiş ahşaba… Avrupa, dünyanın düz mü yuvarlak mı olduğunu tartışırken, 1633’te Galileo dünyanın döndüğünü iddia ettiği için engizisyon mahkemelerinde yargılanırken 234 yıl evvel okuma yazma oranı düşük Osmanlı astronomiyi camiye nakşediyordu! Üstelik 8 gezenden farklı düzlemde hareket eden ve henüz 1930’larda keşfedilen Plüton da diğer seyyarelerden ayrı olarak dışarıda ve dikey şekilde tam olması gereken yere konumlandırılmış. Samanyolu’nu temsil eden minber aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in toplam ayet sayısını temsilen 6666 abanoz ağacı parçalarının birbirine geçmesi ile yani çivi ve yapıştırıcı kullanılmadan kündekâri tekniğiyle yapılmış. Ne vaazlar vermiş hatipler daha onlar kürsüye çıkmadan mesaj minbere nakşedilmiş; ukba ve dünya iç içe, biri ötekinin yansıması…
Sadece minber dahi aradığımız cevaba yetiyor değil mi; fakat durun daha yeni başlıyoruz baş döndürücü keşfe.
Kozmik cami adeta cihanın misal-i musağğarı yani kâinatın küçültülmüş hali.
1855’de yaşanan büyük kıyamette 17 kubbesi çöken Ulu Cami, Abdülmecid döneminde başlayan restorasyondan 1937’ye kadar 40’a yakın hattatın 192 adet hat levhalarıyla müzeyyen tam bir hüsn-i hat sergisi. Hatlar; sure, ayet, hadis ve Esmaü’l Hüsna ile taşıdıkları anlamlarıyla asılacakları sütunlara itinayla dizilmiş. Kazasker Mustafa İzzet’ten Sami Efendi’ye, Abdülfettah Efendi’den Mehmed Şefik Bey’e bir çok hattatın istifi mevcut. Hatlardan bir tanesi ise padişaha, Sultan II. Mahmud’a ait. Hünkâr mahfilinin (Osmanlı sultanlarının güvenlikleri için namaz kıldıkları kafesli alan) tam sağında bulunan bu yazıda ne yazıyor biliyor musunuz; “Allah, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa/58) İşte Osmanlı padişahlarının adaletinin membaı.
Hünkar mahfilinin yanına ikindi vakti gitmenizi tavsiye ederim; ikindi güneşi gibi vakti kısa gölgesi uzun Yavuz Sultan Selim’i hatırlamanız için. 1516 Mısır Seferi’yle hilafet sancağını Osmanlı’ya taşıyan ve o kudsi mekânların hizmetkârı (Hâdimu’l- Haremeyn) ünvanıyla getirdiği ilk kutsal emanetlerden Kabe kapısının örtüsünü Ulu Cami’ye hediye etmiştir. O 509 yıllık bîhemtâ Kisve-i Şerif’e bakıp da nerelere gitmez ki insan? Ah İbn-i Kemal’in dediği gibi “Sultanlar taç ve tahtlarıyla iftihar ederdi, taç ve taht ise Yavuz’la…”
Güney kapısının tam sağında Hac Suresi’nden bir parça: “Min Külli feccin amîk” (Uzak- yakın her yerden sana gelsinler). Şemsi harfler tek hat üzerinde birleşmiş. Hayt-ı İttisal ile davet üslûba mezc edilmiş. Muhteşem istifin tam ortasında temerküz noktası Kâbe. Kalpgâh. Uzaktan yakından gelen herkes burada birleşir, burası toplanma yeridir. Gelenlerin dirilişe geçtiği mahşer.
Kapının solunda “Nûr’un âlâ Nûr” tablosu. Sağdakinin tam zıddı bir istif. Sağda cem solda dağılma. “Ortada halkalanmış aynalı “Nur” kelimesi mutlak varlığı, infilak etmiş bir şarapnelin parçaları gibi dağılmış olan diğer harfler ve hareketler ise geçici, fâni mevcudatı sembolize ediyor. Dosdoğru bir resim bu ve hiçbir resim kâinatın yaratılmasını ve bir nur feyezanı hâlinde uzaya dağılmasını bundan daha başarılı bir kompozisyonla anlatmaz.” (Osmanlı’yı Kuran Şehir, s.137)
Ulu Cami’nin sırlı dünyasına vâkıf olmak sandığımızdan da güç. Şimdi gelin batı kapısından çıkmadan kimilerinin kılıca benzettiği levhanın hikâyesiyle bir nebze o manevi iklime; melekler ve İbrahim Peygamberin diyaloğuna gidelim. Hattat Şefik kalemiyle 1859’da dizilen bu eser dinleyelim mi bize ne söyler;
İbrahim Halilullah. O ne muazzam sevgiydi öyle, ne müthiş mazhariyet; melekleri kıskandıracak.
Melekler İbrahim’in Allah katındaki yüce makamını “Halilim” yani dostum olarak anılmasını tam olarak anlamlandıramazlar. Bunun üzerine Allah, bu sırrı açıklamak üzere iki meleğini peygamberinin yanına gönderir.
Hz. İbrahim karşısında aniden beliren iki kişiye karşı Allah’a şöyle sığınır;
“Tehassantü bi-zi’l- mülki ve’l- melekûti va’tesamtü bi-zi’l-izzeti ve’l-azameti ve’l-kibriyâ’i ve’lceberûti ve tevekkeltü ale’l-hayyillezî lâ yenâmü ve lâ yemût”
(Mülkün ve melekûtun sahibine sığınıyorum. İzzet, azamet, Kibriya ve ceberûtun sahibine tutunuyorum. Uyumayan ve ölmeyen diri olana tevekkül ediyorum.)
Cebrail buna şu tesbihle cevap verir;
“ Subbûhun kuddûsün, Rabbünâ ve Rabbü’l- melâiketi ve’r-rûh”
(Her türlü eksiklikten uzak olan, bizim Rabbimiz ve meleklerin, Ruh’un Rabbidir.)
Bu sözlerin tesiriyle Hz. İbrahim derin bir manevi hâle bürünür, hayran kalır ve bu ifadeleri tekrar tekrar öğrenmek ister. Karşılığında sahip olduğu her şeyi meleklerle paylaşır.
Sonunda melekler, onu gerçekten Allah’ın Halili olmaya layık biri olduğunu anlar. Mikail şöyle der;
“Vallâhü Rabbî lâ şerîke lehû”
( Allah benim Rabbimdir, O’nun hiçbir ortağı yoktur.)
Levhadaki yazı bu noktada göğe doğru yükselir ve meleklerin semaya doğru süzülerek ayrılışını simgeler. (www.ulucamibursa.com)
Gel de hayran olma bu ecdada…
Osmanlı’nın enmûzeci Ulu Cami’den aradığımız cevaba yalnızca bir kuple. Kifayet eder mi kuyudakilere?
Bursa/ 7 Kasım 2025



