27 SENE CUMHURSUZ CUMHURİYET!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletindir. İdare Usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir. Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir.  

Ahh çocuklar… Heyecanlı, neşeli, al bayrağımızla bezeli sokaklarda Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına hazırlanıyorlar. 

Cumhuriyeti kim sevmez ki? Hulefâ-yi Râşidîn’den başlayıp karıncalara o yoklukta cumhuriyetçi oldukları için çorbasının tanelerini ikram eden Said-i Nursi’yi hatırlatan Cumhuriyeti kim sevmez? 

Öyleyse?

Derdin ne senin?

Bu güzel günde hakikati söyleyip de neden keyfimizi kaçırıyorsun ki? Zülfiyâra neden dokunuyorsun?

Mukaddes yüke hamal olmaya namzetiz işte; müsaadenizle kutsal vazifemi ifa edeceğim;

 Siz hiç cumhursuz yani halksız bir Cumhuriyet duydunuz mu?

 “Olur mu hiç; yukarıdaki satırlarda yazıldığı gibi “Hakimiyet bilâ kayd u şart milletindir; yani kayıtsız şartsız milletin hakimiyetini esas alan yönetim şekli olan Cumhuriyet halk olmadan olmaz elbette” dediğinizi duyar gibiyim. 

 O zaman buyurunuz o mühim güne, meclisimize gidip yaşananları birlikte müşâhede edelim.

 29 Ekim 1923. Cumhuriyet bir hükümet şekli olarak ilan ediliyor; lakin mecliste 333 milletvekilinden ancak yarısı olan 158 milletvekili ile salt çoğunluk bile sağlanamıyor.

Yılmaz Öztuna’dan dinleyelim neler olduğunu; “O gün gerçek bir referandum bile yapılmadı. Milletvekillerinin yarısına haber gönderilmemesi dışında meclise de gelmemeleri için evlerinin önüne polis dikilmişti.”

Milli Mücadelenin öncü isimleri Atatürk’ün silah arkadaşları böyle büyük bir günde mecliste değildi. 

Tarihin tabiri caizse seyrini değiştiren, Sezar misali Atatürk’ün talihini döndüren Kâzım Karabekir Paşa dahi yoktu o gün ve hatıratında bu şokunu ve gücenmişliğini şu muhrik kelimelere döküyordu; “Bir sabah top sesleriyle uyandık; meğer Cumhuriyet ilan olunuyormuş. Ben hem mebus hem de ordu kumandanı olduğum halde bana da kimse bir şey dememişti. Milli hakimiyet yerine şahsi hükümranlık kurulmuştur o gün. İstiklâlimizi kurtaranlar hürriyetimizi boğacaklar mıydı?” (Bu son cümlede ironi mi yapıyordu paşa; yoksa basiretini mi sunuyordu? Ne dersiniz?)

Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay da gece geç vakitlerde atılan 101 pare top sesine mana veremeyecek. Sabah olduğunda haberi gazetelerden öğrenecekti. Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele’de yok yazılanlar listesindeydi; zira Taha Akyol’a göre bu isimler “muhalif eğilimli kimseler”di. 

Cumhuriyetin ilanından sonra ise 1927- 31- 35 ve 38’te yapılan seçimlerde evvela Mustafa Kemal Paşa milletvekillerini intihap ediyor; vekiller de tek aday olan Atatürk’ü Cumhurbaşkanı seçiyordu.

1946’ya gelinceye kadar Anadolu’ya sadece CHP’nin olduğu bir Tek Parti hüküm- fermâ oluyordu. 

1946’da yapılan ilk çok partili seçim ise trajıkomik şekilde gizli rey açık tasnifle gerçekleşti. “Sonuç tam bir fiyaskoydu. Türkiye’nin ilk çok partili seçimine hilenin lekesi karışmıştı. Tek Parti döneminden kalma seçim yasası gereği, seçmenler oylarını herkesin gözü önünde, açık olarak sandığa atmışlar ve bu oylar sandık kurullarınca herkesten gizli sayılmıştı. Hile kaçınılmaz gibiydi; mazbatalar çalındı, sandıklar kaçırıldı, oylar değiştirildi, seçmenler dövüldü! DP Genel Merkezi’ndeki zafer sarhoşluğu karanlık bastığında yerini hayal kırıklığı ve isyana bırakmıştı.” (Mehmet Ali Birand). 

 O günden bir başka sahneyi Esat Budakoğlu’ndan dinleyelim; “Seçim gününde sandıkları dolaştım. Jandarma silahıyla orada baskı yapıyor. Sandık başında: ‘Kime oy veriyorsun; Tayyare hırsızı Bayar’a mı rey vereceksin yoksa Milli Mücadele kahramanı, Atatürk’ün yakın arkadaşı İnönü’ye mi?’ Rey verenlere karşı söylenen söz buydu.  O devrede biraz ‘Ne karışıyorsun ben istediğime veririm’ diyenlere ve diğerlerine cesaret verici harekette  bulunanlara karşı ağır muamele yapılıyor ve  ‘Al jandarma bunu karakola götür!’ denilerek karakola götürülenler de oluyordu.”

 Cumhuriyet’e cumhur yani halk ancak 29 Mayıs 1950’de kavuşabilmişti. O gün yapılan seçimle millet, 27 sene süren sükûtunun ardından Demokrat Parti’yi iktidara taşıyor yani özgürlüğe visal oluyordu. Özgürlüğe kavuşan yalnız halk değildi; Ezan-ı Muhammedî de 18 sene susturulmuşluktan sonra semalarda azâd  olacaktı aynı yılın 16 Haziran’ında.  Bu öyle yaman bir devirdi ki; Hatay Fransa işgalinden kurtulup anavatana dahil edildiğinde Türk jandarması oraya girer girmez aldığı kat’i emirle gavur Fransızın yapmadığın yapmış Ezân-ı Muhammedî’yi susturmuştu.

Oysa biz Milli Mücadeleyi “Mabedimin göğsüne namahrem eli değmesin” diye vermemiş miydik? 

Adnan Menderes bir umut olarak doğmuştu halkın bağrında. Cumhuriyet’in kuruluşundan 27 sene sonra cumhurun oyuyla seçilen ilk Başbakan’dı o. Hazin sonunu söylemeye dilim varmıyor doğrusu.

 Ve Demokrat Parti iktidarında CHP 10 sene boyunca Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılmayacaktır. Neden mi?  Kendilerinde olmayan Cumhuriyet, Cumhuriyet değildi de ondan.  Sözde Cumhuriyet özde dikta rejimi mi demeliydim yoksa?

En büyük üzüntüm, pembe masallarla büyüyen masum çocukların yaşayacağı hayal kırıklığı. Onlar da seneler sonra Sinan Çetin gibi hakikate uyanıp; “Bize 80 senedir yalan söylüyorlar!  O kadar çok yalan söylüyorlar ki! Cumhuriyeti  neden seviyorduk; bizi padişahlıktan alıp parlamenter sisteme geçirdiği için. Peki 23’te meclis kuruluyor. 46’ya kadar seçim yok. 46’da seçim var; o da zaten sahte. 50’de adam seçiliyor, ondan (Adnan Menderes) memnun kalmayıp 1960’ta da  (onu) asıyorsun. Şimdi nerede Cumhuriyetin değerleri?  Nerede Cumhur?” demez mi?

 

                                                                                              31 Ekim 2025/ Bursa