Mudanya Rüyası

Sana ilk geldiğim günü hatırlıyor musun? 18 yaşına yeni adım atmıştım. Ruhumun kaybolduğu masmavi denizin ve yemyeşil zeytin ağaçlarınla bezeli dağlarınla görür görmez vurulmuştum sana.
Dağında dolaşıp çiçeklerini koklayarak tefekkür etmeyi ilk sende tatmıştım…
***
Seneler sonra 6 Şubat gecesi sana uyanacağımı bilmeden daldım uykuya...
Aman Allah’ım! O ne sarsıntıydı öyle?
Şafağın sökmesiyle gördüğümüz Tekvir Suresi’nin “fe eyne tezhabûn” (Bu gidiş nereye?) ayet-i kerimesine muhatab; sıra sıra dizilmiş şaşkın, ürkek, aciz insanlarla dolu arabalar… Kulakları sağır eden biteviye çığlıklar…
***
Yaşadığımız katastrofun ardından sen düşmüştün birden aklıma; daha doğrusu Bursa.
Yolu Bursa’ya düşen seyyahlar gibi sana gelecektim evvela. Sen ne zaman istersem beni ona ulaştıracak belki de aramızda sadece küçük bir kara parçası bulunan Dersaadet’e de istediğim an kavuşturacaktın. Ah ne devlet!
İşte bu ümitle koştum sana…
Sen ki Orhan Gazi hediyesi; Kudüs misali Hıristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların senelerce huzurla bir arada yaşadığı küçük ve şirin liman.
Ordu-yı Hümâyun’a peksimet, zeytin, tarhana, Avrupa’ya ipek koza, en zarifi de saray erkanına ve halkına Uludağ’ın bembeyaz karını, buzunu taşıyan, yüreklere yalnız serinlik değil neşe de saçan münbit kasaba.
Tarih kokan sokaklarında Lozan’dan sonra ağırladığın; sevdasına 24 sene verdiğimiz, onu almak için anneciğiyle dahi senelerce görüşemeyen, uğrunda eriyip 41 yaşında vefat eden yiğit sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa yadigârı Girit’ten ve Osmanlı’nın gözbebeği Balkanlar’dan gelen mübadillerin, Kafkas, Kırım muhacirlerin neler anlattı sana; kaç damla gözyaşıyla tuzlandı mavi denizin söylesene Mudanya?
“Aluşta’dan esgen yeller yuzume vurdu
Balalıktan osken (yetiştiğim) üyge koz yaşım tuştü
Men bu yerde yaşalmadım
Yaşlıgıma (gençliğime) toyalmadım
Vatanıma hasret boldum
Ey güzel Kırım.”
Hangi kıymetli eşyalarını alabilirlerdi ki yanlarına; hangi hatıralarını? Anılar bir sandığı nasıl sığardı?
“Bilinmezliğe doğru çıkılan çileli yolların huzurla varılan son durağı Bursa”ydı.
***
Yıllar sonra yeniden neşe ve ümitle dolmuştu yüreğim seni görünce. Bu nasıl bir sürprizdi böyle? İşte Bursa’nın en güzel köşesindeydim.
Lakin, bir sükût-u hayâl kapladı semamı. Dostlardan ayrılıp yalnız kalmanın hüznü çöktü omuzlarıma birden.
Uzakta.. Teşbihte hata olmazsa, “Hira”da olmaktı bu.
Rabbim sadece O’nu (cc) düşünmemi ve sadece O’na (cc) yönelmemi mi istiyordu? Belki de tırtılın kelebeğe dönme vakti gelmişti ve o koza Mudanya idi.
Düşündüm evvela Bediüzzaman’ı… Okudum gözyaşlarıyla külliyatı.. “Yıldız Saray’ına değişmem” dediği Çam Dağı’nı… Ezanları susturan Tek Parti devri zulmünü; 28 sene süren tarassutu, tecriti ve söndürmek istedikleri Nurların Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle nasıl neşvünemâ bulduğunu..
Ziyadesiyle anladım sonra; Necip Fazıl’ın “Cinnet Mustatili” dediği hapishane yalnızlığını, ıstırabını..
Ve idrak ettim bir lahza; ehl-i tarîkin:
“Hamdım, piştim, yandım” dediği yol,
“Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” etmekten geçerdi…
Yaradan (cc) zü'l-celâli ve'l-ikrâm’dı. Kâinatı Celâl ve Cemal dengesiyle yaratmamış mıydı?
İşte bu suallerle dolduğum ve taştığım yer oldun sen Mudanya…
***
Kalbim inceden sızlıyor şimdi duyuyor musun? Sana veda etmek zorluyor. Yeni dostlara, martılara, mehtaba…
“Gülümseyin; Bursa’dasınız” tabelasına…
Ne dersin bir daha gelir miyim yanına? Bir kez daha sarar mısın beni sımsıkıca? Başka göçmenlere kucak açarken mi bulurum seni yoksa?
Herkes nihayetinde bir göç hikâyesi yazmak için gelmedi mi bu dünyaya?
Sezai Karakoç’un Sürgün Ülkeden Başkentler Başkenti’ne vedası geliyor aklıma;
“Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği”
Dersaadet yolunda vuslat ümidiyle elveda…