ÇANAKKALE’Yİ GEÇİRMEYEN SULTAN ELİ

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

“Osmanlı’yı kuran şehir” Bursa’dan, ecdad yâdigârı Çanakkale yoluna revan oluyoruz…

Adıyaman’dan misafirlerimizle koyulduğumuz yolda söz dönüp dolaşıp Sultan İkinci Abdülhamid Han’a geliyor. Onlar konuştukça resmi tarihin giydirdiği deli gömleğini yırtıp atmanın sandığımızdan da çetin olduğu düşüncesiyle hüzün kaplıyor içimi.

  • Ne yaptı ki bizim için?
  • Kıbrıs’ı sattı?!

Ah ahh gel de bu acı ithamlarla yanma…

Oysa Sultanım, etrafını ateş sarmış gemiyi canını dişine takarak,  bir baba gibi 33 sene, düşmanlarını dahi şaşırtan dehasıyla sandığımızdan da derin sularda yüzdürmemiş miydi?

Ekonomiden, sağlık sektöründen, akıl almaz eğitim projelerine, bilimden köklerle birlikte modernleşmeye, dünyanın en uzak ülkesine Efendimiz (sav.)’in adını götürmeye, sadece kendi vatanını demirağlarla örmenin ötesinde, yüreklere korku salan Hilafet Sancağını dalgalandıran Hicaz demiryolu projesine ve daha nice nice eserlere imza atan Sultanımız mı bir şey yapmamıştı?

Kıbrıs’ı, Hala Sultan ( İslam tarihinde ilk deniz seferlerinin başladığı Hz. Osman döneminde Kıbrıs seferlerine katılmış ve orada vefat etmiş olan Hala Sultan, Peygamber’imizin teyzesidir) diyarı, harem toprağını satmak mı? Yazmaktan haya ediyor kalemim.  

Ruslarla yapılan 93 Harbi ardından Ayastefanos Antlaşması’yla Ruslar başkente yani İstanbul’a dayanmıştı. İngiltere, zor durumda kalan Osmanlı’ya yardım etme bahanesiyle Kıbrıs’ı geçici üs olarak ister. Seçim oldukça çetindir. Sultan günlerce düşündükten sonra İstanbul’u kurtarmak için Kıbrıs’ı sinsi İngiltere’ye geçici olarak bırakırken, onu yeniden vatana bağlayacak şerhler düşürtmeyi ihmal etmiyordu antlaşma metnine; buyurunuz:

“Ruslar vilayet-i selaseden çekilirse İngiltere de Kıbrıs’tan çekilecek;

 “15 temmuz sene 1878 tarihli ittifak-i tedafüi muahedesinin tasdikiyle hukuk-i şahanelerine asla halel irasına tasaddi olunmayacağını İngiltere sefiri beyan eder.”

 

“Hukuk-i şahanelerine ASLA halel gelmeyeceğini...” 

Büyük ölçüde bu basit görünen şart sayesinde  Dışişleri Bakanımız  rahmetli Fatin Rüştü  Zorlu,  Kıbrıs’ta garantörlük hakkımızı kabul ettirmiştir. “Mükafatı da idam olmuştur” desem.. Ah yakan tarih!

Kıbrıs başka bir yazı mevzuu; lakin bu kıymetli belgeyi bize sunan Hocam Mustafa Armağan’ın bir sualini size yöneltmekten de kendimi alamıyorum; “Şayet Sultan verdiyse Kıbrıs’ı Lozan’da Kıbrıs neden müzakere edildi?”

Biz düşüneduralım...

***

 Çanakkale 18 Mart Köprüsü’yle hoş geldiniz seranatı yapıyor. Ah hem de al bayrağımızın rengiyle müzeyyen ne serenat. Bayrağımız nazlı nazlı dalgalanıyor üzerinde; şan ve şerefle…

Ve şehre adım atar atmaz Sultanımızı buluyoruz tam karşımızda. “Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Evet, Sultanımızın şehrin meydanına yaptırdığı saat kulesi  mütebessim çehresiyle adeta Üstad Necip Fazıl’ın 

“Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” sözünü haykırıyor.

Tabii sözden daha tesirli eseri bulunca hemen misafirimize yöneliyorum;  “Görüyor musunuz bu enfes saat kulesini? İnşa edenin kim olduğunu söyleyeyim mi?”

Ben adını anmadan Sultanımızın, o kusurunu anlamanın mahcubiyetiyle “Haydi o zaman gidip önünde fotoğraf çektirelim” diyor. 

“Elbette, memnuniyetle” deyip koşuyorum, dokunuyorum  sevincimin medarı kuleye.

Anlar dondurucuya atılırken Sultanımız kalan sürprizlerini ertesi güne saklıyor.

Gelibolu adasını, şehidlerimizi ziyarete gitmeden evvel konuklarımızı Sultan Abdülhamid’in tabyalarına götüreceğimizi akşamdan planlayıp uyuyorum…

***

Ve işte  Hamidiye Tabyaları. Savaşın can damarı cephaneliklerle, nitelikli toplarla dolu tahkim odalar, kale gibi konumlandırılmış Çanakkale’ye Sultanın gözleri gibi mi demeliydim yoksa? Teker teker incelerken her birini öylesine müteessirim ki gözyaşlarımın akmasına engel olamıyorum.

“Sen kaç köşeli yıldızsın?” 

Bu nasıl bir basiretti böyle Sultan’ım? 93 Harbi’nde İstanbul’u da yakacak tehlikenin ayak seslerini duymuştun. İmparatorluğun bütün mali sıkıntılarına rağmen Çanakkale savunmasının ehemmiyetini kavrayarak Çanakkale’yi tahkim ettin. 

Tabyaların inşası için kurulan komisyonda yer alacak üyelerin devletine bağlı, yetenekli, işinin uzmanı ve en mühimi de yabancı elçiliklerle ilişkisi olmayan kimselerden seçilmesine dikkat ederek hem de.

Ve bu taştan kalkanların mimarı İnşaat Nazırı Asaf Paşa, boğazın tahkimatı için büyük çaba sarfeder. Kendisi göremese de Çanakkale Zaferi’mizin görünmeyen kahramanı olarak tarihin altın sayfalarına adını şanla kazıyacaktır.

Sultan Abdülhamid, muharebenin haberini aldığında Beylerbeyi Sarayı’nda hapistir; Şifâ-i Şerif okuyarak dualar etmektedir, aldığı tarifsiz kokuları hayra yorar (Peygamber Efendimiz’in kokusunu hissetmiştir) ve müjdeyi verir; “şayet tabyalar orada duruyorsa Çanakkale  asla geçilemez!”

Bu tesirinden kurtulamayacağımız mekânın sahibini haykıran tabyaların ardından Gelibolu Adası için gemilere biniyoruz.

***

Unutmayalım; Çanakkale’de bir tek gün çok önemliydi. 18 Mart. Çanakkale Deniz Savaşı’nın iki mimarı; Müstahkem Mevki Kumandanı Cevad Paşa ve Yarbay Selahaddin Adil Paşa. Belki de isimlerini ilk defa duydunuz. “Haçlıların en büyük zaferi olan tarih kitaplarımız” yazmadı isimlerini ne yazık ki!

“Ezine” deyince peynirinden evvel, yeni doğan oğlu Muharrem’i göremeden şehid olan Ezineli Yahya Çavuş’u da yazmamıştı o hain kalem!

***

Muhayyilemi Fatih Sultan Mehmed’in yonca şeklinde iç surlar ördürerek yaptığı Kilitbahir Kalesi dağıtıyor. İstanbul’u feth etmekle kalmayıp onu Çanakkale’den korumaya alan ecdadım, nasıl büyük bir ufuktu sizinki katreleri yakamoz olup parlamaya devam ediyor.

Abdülhamid Han’a kadar devreden genetik miras ne zaman sekteye uğradı sahi ve bu sekteyi kim kaldıracak?

***

Tarihin seyrini değiştiren, imanın salâbetiyle  215 kiloluk top mermisini yüklenen Seyit Onbaşı selamlıyor bizi şimdi de. (Balıkesir’in Havran ilçesindeki mezarını, geçen sene, Cemil Meriç’in vefat yıldönümünde, nasip olmuştu Kocaseyit Köyü’nde ziyaret etmek.) Mahut top arabasının üzerine çıkıp onun gözleriyle bakıyorum düşmana… Hayali cihan değer..

***

Şehitlik anıtı; al bayrağımızın gölgesinde, Hindistan, Azerbaycan, Kıbrıs, Filistin, Suriye, kanayan yaramız Gazze ile Dünyanın dört bir yanından Osmanlı’ya yani hilafetin tahtgâhına yardıma gelen ve bu uğurda can veren şehidlerimiz yatıyor. Her karış toprakta her adımımızda adeta fışkırıyor şüheda.

Kanıyla destan yazan bir alay daha! Anzak çıkarmasını karşılayarak 57. Alay’a zaman kazandıran Halil Sami’nin gönderdiği 27. Alay ve kumandanı Albay Şefik Aker. 

 “Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.”

***

Şimdi hazırsanız Çanakkale’nin destan yazan bambaşka cephesine gidelim mi?

 Alçıtepe ve Hilal-i Ahmer Hastanesi. Top ve yaralı sesleri eşliğinde cephaneliklerden geçerek ilerliyorsunuz bu mübarek mekâna. Hemşiresi, doktoru, kadını, erkeği ve çocuğuyla canhıraşane bir çabanın canlandırıldığı alana. Atlı ambulansları, mecruhlara merhem hazırlayan eczacıları, kıyafetleri bitlerden dezenfekte eden fırınları ve ümidi kalmayan gazilerin başında telkinde bulunan hocalarla Çanakkale Zaferi’mizin ruhu tütüyor orada.

Bize bu cennet vatanı bırakan ecdadımızın ruhu şâd olsun..

Sekteye uğrayan genetik mirası sandıkların altından tutup kaldıracak yiğit belki de sizin evinizde.

Ne dersiniz bizi tahassürle bekleyen tarihimizin kapısını çalma vakti gelmedi mi?