Türkiye’nin güvenlik mimarisi içindeki yükselişi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Avrupa, güvenlik algısında yeni bir döneme giriyor. Ukrayna’da süren savaş, Rusya’nın agresif politikaları ve ABD’nin transatlantik ittifakındaki güvenilirliğinin sorgulanması, kıtanın güvenlik mimarisini kökünden değiştiriyor. Bu değişimin merkezinde ise Türkiye var. İsveç’in köklü akademik kurumlarından Stockholm Üniversitesi’nin yayımladığı son rapor, aslında uzun zamandır göz ardı edilen bir gerçeği teyit ediyor: Türkiye artık sadece bölgesel bir aktör değil, Avrupa güvenliğinin kilit taşı.
Raporda açıkça ifade edilen şu cümle, tarihi bir zihniyet değişimine işaret ediyor: “Finlandiya ve İsveç dış politika ve ulusal güvenlik yetkilileri bugün Türkiye'nin bir askeri güç olarak önemini ve Ankara ile yapıcı ilişkiler sürdürmenin faydalarını kabul etmektedir.” Bu bir itiraftır. Yıllarca Türkiye’yi Avrupa’nın kapısında bekleten, onu NATO’nun yalnızca güney kanadında konumlandıran anlayış, yerini Türkiye’yi merkeze alan bir perspektife bırakıyor.

Neden Şimdi?

Raporda vurgulanan bir başka kritik nokta, ABD’nin güvenilirliğiyle ilgili tespit: “Amerika Birleşik Devletleri'nin bir müttefik olarak giderek güvenilmez hale gelmesi...” Bu ifade, sadece transatlantik ilişkilerin kırılganlığını değil, aynı zamanda Avrupa’nın kendi savunma kapasitesini yeniden tanımlama zorunluluğunu ortaya koyuyor. ABD’nin Pasifik’e yönelen stratejik öncelikleri, Avrupa’yı yeni partnerliklere mecbur bırakıyor. Türkiye bu noktada hem coğrafi konumu hem de savunma sanayisinde ulaştığı seviye ile doğal bir tercih haline geliyor.
Bayraktar TB2’lerden Akıncı’ya, TCG Anadolu’dan milli muharip uçağa uzanan geniş savunma ekosistemi, Türkiye’yi sadece bir silah tedarikçisi değil, teknoloji üreten bir güç olarak konumlandırıyor. İşte bu nedenle Stockholm raporu, “Türkiye ve AB arasındaki gelişmiş iş birliğinin fırsatlar doğuracağına” özellikle dikkat çekiyor. Bu, Türkiye-AB ilişkilerinde savunma eksenli yeni bir sayfanın habercisi olabilir.

Stratejik Gerçeklik

Raporda şu cümle, tüm resmi özetliyor: “Türkiye’nin Avrupa’nın geleceğinde oynayacağı rol, özellikle güvenlik ve savunma alanlarında artarak devam edecek.” Bu, sadece bir öngörü değil; halihazırda sahada kendini gösteren bir gerçeklik. Ukrayna savaşında Türkiye’nin üstlendiği diplomatik rol, Karadeniz Tahıl Koridoru girişimi ve NATO içindeki pazarlık gücü, bu değişimin somut göstergeleri.
Avrupa’nın Türkiye’ye bakışı artık bir tercih değil, bir zorunluluk meselesi. Çünkü Rusya tehdidi, enerji güvenliği ve terörle mücadele gibi başlıklarda Ankara olmadan bir güvenlik denkleminden söz etmek imkânsız. Bugün İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma sürecinde yaşananlar, aslında bu zorunluluğun ilk ciddi sınavıydı.

Stockholm Üniversitesi raporu, Avrupa’nın yavaş da olsa gerçekle yüzleşmeye başladığını gösteriyor. Sorulması gereken soru şu: Avrupa bu yeni jeopolitik gerçekliği ne kadar hızlı ve rasyonel bir şekilde kabul edecek? Türkiye’yi sadece bir sorun başlığı olarak değil, güvenlik mimarisinin temel taşı olarak gören bu yaklaşım kalıcı hale gelir mi?
Bu soruların cevabı, Avrupa’nın geleceğini olduğu kadar Türkiye’nin stratejik yönelimini de belirleyecek. Ancak bir gerçek var ki, artık inkâr edilemez: Türkiye, Avrupa’nın güvenliğinde kenardan değil, merkezden konuşuluyor.