İsmail Gaspıralı’dan bugüne Türk Dünyası

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Ben, Türk dünyasının ufkunu aydınlatan o büyük meşalenin adını ilk duyduğumda, çocuk yaşlardaydım: İsmail Gaspıralı.
Kırım’ın Bahçesaray’ında doğmuş, ömrünü "dilde, fikirde, işte birlik" ülküsüne adamış bir mütefekkir...
Zamanla anladım ki, Gaspıralı sadece bir düşünür değil; bizim için bir yol gösterici, bir istikamet yıldızı idi.

Kırım Türkü bir aileden gelen Gaspıralı, Osmanlı’ya da, Türkistan’a da, Anadolu’ya da aynı sıcaklıkla bakmıştı. Zamanının çok ilerisinde bir fikir adamıydı. Batı’nın ilmini, Doğu’nun irfanıyla harmanlamayı, İslam’ın öz değerlerini modernleşme hamlesiyle buluşturmayı hedefledi. Onun gözünde ne Batı körü körüne taklit edilecek bir puttu, ne de Doğu çaresiz bir nostaljiye hapsedilecek bir mazi.

Kırım’da çıkardığı Tercüman gazetesi, yalnızca bir yayın organı değil, Türk dünyasının kalp atışıydı.
Özbekistan’dan Azerbaycan’a, Kazan’dan Anadolu’ya kadar Türkçe konuşan her topluma ulaştı.
Bugün Orta Asya’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da hâlâ yaşayan bir dil ve kültür birliği varsa, muhakkak ki Gaspıralı’nın açtığı yol sayesindedir.

Gaspıralı'nın belki de en büyük başarısı, Türk kimliğiyle İslam inancını çatıştırmadan bir arada düşünmesiydi.
Ona göre bir milletin ilerlemesi için kimliğini unutmadan, imanını kaybetmeden modernleşmesi gerekiyordu.
O dönemde Batı'nın ilmî gelişmelerine gözünü kapatanlar da vardı, "medeniyeti" kendi değerlerine ihanet sayanlar da.
Ama Gaspıralı, her iki uçtan da farklı bir yerde durdu:
İlimde ileri, kültürde köklü, inançta sağlam bir Türk-İslam dünyası inşa etmek istedi.

Bu duruşu, yalnızca Kırım Türklerini değil, Osmanlı aydınlarını da derinden etkiledi.
Meşrutiyet yıllarında İstanbul’a geldiğinde, Namık Kemal'den Ziya Gökalp’e kadar birçok Osmanlı münevveri, ondan ilham aldı.
Ziya Gökalp’in "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" üçlemesi, Gaspıralı’nın fikirlerinin Anadolu’ya tercümesiydi bir bakıma.

İsmail Gaspıralı’nın Osmanlı Devleti ile ilişkileri sıcak, yapıcı ve stratejikti.
O, bir Osmanlı vatandaşı değildi belki; ama kendisini Osmanlı’nın bir parçası sayıyordu.
Çünkü biliyordu ki İstanbul düşerse, tüm Türk-İslam coğrafyası savunmasız kalacaktı.

O yüzden İstanbul’a gelip padişahlarla, nazırlarla görüşmeler yaptı.
Tercüman gazetesinde Osmanlı’nın güçlenmesi için makaleler yazdı.
Atatürk’ün "Çağdaşlaşmak" hedefi de, bir bakıma Gaspıralı’nın "fikirde birlik" hayalinin Anadolu’daki yankısıydı.
Bugün Türkiye’nin Türk dünyasıyla kurduğu kardeşlik köprülerinde de yine onun ruhu esiyor.

Gaspıralı'nın ölümünden bir asır geçmesine rağmen, fikirleri hâlâ yaşıyor.
Türk devletleri arasındaki dil birliği çabaları, kültürel iş birlikleri, ortak tarih bilinci... Bunların hepsi onun rüyasının parçaları.

Ama asıl mesele şu:
Dilde, fikirde, işte birlik olmadan, güçlü bir Türk dünyası kurulamaz.
Ekonomik iş birliği de, siyasi dayanışma da, kültürel güçlenme de önce birbirimizi anlayabilmekten geçer.
İşte tam bu noktada, Gaspıralı bize hâlâ sesleniyor:
"İş yapınız! Tartışmayı bırakıp çalışınız!"

Ben şahsen, kalemimi her elime aldığımda, onun "dilde sadelik, fikirde derinlik, işte samimiyet" çağrısını duyar gibi oluyorum.
Ve biliyorum ki, İsmail Gaspıralı'nın gösterdiği yoldan yürümek, sadece bir saygı duruşu değil;
aynı zamanda geleceğe doğru yürüyüşümüzün tek doğru istikametidir.