İsrail’in Rüyası Sona Erdi!
İsrail gazetesi Haaretz - bugün İsrail’in en önde gelen gazetelerinden biri, “Filistinliler, vatanlarını savunmada yeryüzündeki en iyi insanlardır” başlıklı başyazısında bu ifadeleri kullandı. “Filistinliler hakkındaki gerçeği kabul edip, onları yetmiş beş yıl dan beri haklarını savunmak için ayağa kalkan yeryüzündeki en asil halklardan biri olarak, sanki tek bir vücutmuş gibi tanımlamasına inanmak mümkün müdür?”
Yazarın ifadelerine göre, Gazze’ye yönelik savaş sırasında İsrail’in ekonomik kayıpları her üç günde bir 912 milyon doları aşmaktaydı — savaş uçakları, Patriot füzeleri, zırhlı araçların yakıtı ve her tür mühimmatın tüketim maliyetleri dahil. Buna ticaretin durması, borsanın çöküşü, kurumlar ve inşaat faaliyetlerinin felce uğraması, tarım ve sanayide yaşanan durgunluk, milyonlarca dolarlık kümes hayvanı kayıpları, bazı havaalanı ve tren hatlarının kapanması ve sığınaklara kaçanların barınma giderleri dâhil değildir. Ayrıca direniş füzelerinin evlerde, işyerlerinde, araçlarda ve fabrikalarda yarattığı yıkım ayrı bir boyuttur.
“Bu savaşı biz başlattık, ateşini biz körükledik; ama artık onu kontrol eden biz değiliz ve kesinlikle onu sonlandıracak taraf da biz olmayacağız” diyen yazar, savaşın sonunun lehimize olmayacağını vurguluyor. Özellikle, İsrail içindeki Arap şehirlerinin tekrar kimliklerine sarılıp bize karşı ayaklanmaları, uzun yıllardır yanlış hesap yaptığımızı ve planlarımızın öngörülerinin yetersiz kaldığının açık bir işareti diye ifade ediliyor.
Yazara göre Filistinliler gerçekten bu toprağın gerçek sahipleri: “Kim onların canı, malı ve evlad pahasına sergilediği güç, onur ve mücadele ruhuyla yurdunu savunur?” diye soruyor ve bir Yahudi olarak tüm İsrail’e meydan okuyor: “Böylesi derin bir aidiyet ve toprak sevgisini bizde kim gösterebilir?”
Eğer halkımız gerçekten Filistin toprağına bağlı olsaydı, savaşın başında binlerce Yahudi’nin havaalanlarına koşup göç etmeye çalıştığını görmezdik, diyen yazar, İsrail’in Filistinlilere yıllarca ölüm, hapis, abluka ve ayrımcılık uyguladığını; onları uyuşturucu ve yozlaşma ile yozlaştırmaya, dini ve aidiyetlerini sarsacak fikirlerle etkilemeye çalıştığını öne sürüyor. Buna rağmen, bazen bir uyuşturucu bağımlısının bile ayağa kalkıp “Allahu Ekber” diye haykırarak hem toprağını hem de Mescid-i Aksa’yı savunabildiğini; bunun büyük bir ironi olduğunu belirtiyor.
Yazar, Filistinlilerin ne gibi sonuçlarla karşılaşacaklarını bilmelerine rağmen Mescid-i Aksa’ya gitmekten geri durmadıklarını; birkaç gün içinde Filistin direnişinin, tam teşekküllü orduların bile cesaret edemediği işleri yaptığını söylüyor. “Yenilmez İsrail askerinin” efsanesinin çöktüğünü, askerlerin artık öldürüldüğünü ve esir alındığını; direniş füzelerinin Tel Aviv’e kadar ulaştığını vurguluyor ve bunun “Büyük İsrail” hayalinden vazgeçme zamanının geldiğine işaret ettiğini belirtiyor.
Sonuç olarak yazar, Filistinlilerin kendi devletine sahip olması gerektiğini ve bizim de onlarla karışıklık barış içinde yaşamamız gerektiğini savunuyor: “Belki ancak bu yolla, bu topraklarda varlığımız birkaç yıl daha uzatılabilir.” İlerleyen satırlarda ise, bin yıl boyunca ayakta kalsak bile —ki Yahudi devleti olarak önümüzdeki on yılı bile çıkarıp çıkaramayacağımız tartışmalı— sonunda her şeyin bir bedeli olacağını; Filistinlilerin tekrar tekrar dirileceğini ve bir sonraki sefer atlarının üzerinde Tel Aviv’e doğru ilerleyebileceğini ifade ediyor.