Amerika’nın Mahmut Abbas’a Vize Yasağı: Barışı Kim Neden Engelliyor?
29 Ağustos 2025 Cuma günü Amerika Birleşik Devletleri tarafından alınan bir kararla Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve yaklaşık 80 Filistinli yetkilinin ABD vizeleri iptal edildi. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun aldığı bu karar, enteresan bir şekilde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısı öncesinde alındı. Gerekçe olarak ise ABD tarafından ulusal güvenlik çıkarlarına dayandırılarak bu kararının alındığı söylendi.
Oysaki bu zamanlama oldukça manidar. Çünkü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Filistin devlet planlaması ile ilgili yüksek düzeyli görüşmelerin hemen öncesinde bu kararın alınması barış sürecinin baltalanması anlamına geliyor. Ayrıca bu kurulda Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin Filistin’i tanıma kararı vereceği de biliniyordu. Dolayısıyla bu durum görüşmelerin yapılmamasının istendiğini açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
BM Görüşmeleri ve Filistin’i Tanıma Kararına Engel Girişimi
Yapılan açıklamada ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun kararıyla, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın ve beraberindeki heyetin vizelerinin kalıcı olarak iptal edildiği belirtildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısının hemen öncesinde alınan bu karar, sadece diplomatik bir işlem değil; aynı zamanda Trump’ın “barış” söylemiyle pratikteki tutumunun çarpıcı bir tezatını örneğidir.
Oysaki ABD başkanı Donal Trump uluslararası kamuoyuna sıklıkla barışı istediğini ve Nobel ödülüne layık olduğunu söylüyor. Ancak BM öncesinde Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas’ı kürsüye çıkarmıyor. Bu durum oldukça ironik bir jeopolitik kararı betimliyor.
Bilindiği gibi Trump, yeniden iktidara döndüğünde ve hatta halen sıkça “Orta Doğu’ya barışı getireceğiz” söylemlerinde bulunuyor. Öyleki kendi imzasıyla yeni bir barış planı ve “Trump Route for Peace” gibi iddialı söylemleri dahi ortaya koyuyor. Peki, barışı tesis etmek isteyen bir Amerika neden Filistin’in en yüksek temsilcisini BM kürsüsünden mahrum bırakır ki?
Nitekim barışı inşa etmek isteyen liderler, muhataplarını susturmaz; bilakis konuşmalarına ve mutabakata izin verir. Fakat görünen o ki ABD’nin barışı, yalnızca Netanyahu’nun çıkarlarını merkeze alan bir “barış” tan ibaret görünüyor. İşte çelişki tam da burada başlıyor: Trump barış derken, ABD Dışişleri Bakanlığı Filistin’in sesini kısıyor.
Amerika’nın “güvenlik” gerekçesi mi, siyasal sansür mü?
Mahmut Abbas’ın ABD vizesini ulusal güvenlik gerekçesiyle reddedildiğini söyleyen Beyaz Saray, bu gerekçenin altı dolduramıyor. Çünkü esas neden, Filistin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı başlattığı hukuk mücadelelerinin başarıya ulaşıyor olması. Başka bir deyişle, Filistin’in diplomaside hukuk yolunu seçmesi bile Beyaz Saray tarafından cezalandırılıyor.
Bu durumda soralım: ABD’nin güvenliği Abbas’ın New York’ta yapacağı birkaç dakikalık konuşmadan mı tehdit altına giriyor, yoksa bu karar İsrail lobisinin zaferi mi?
Birleşmiş Milletler’in geleceği için kırılma anı
BM, 1947 anlaşması uyarınca ev sahibi ülke ABD’nin keyfine ve Netanyahu’nun menfaatlerine bırakılmış bir kurum değildir. Eğer bir devlet başkanı sırf Beyaz Saray istemedi diye Genel Kurul’a giremiyorsa, bu sadece Filistin meselesi değil, BM’nin varlık sorunu haline gelmelidir. Keza bugün Mahmu Abbas’a uygulanan bu yasak, yarın başka bir liderin de sesinin kesilmesine de kapı aralayabilir. BM kürsüsü, güçlülerin veto hakkı ile değil, halkların sesiyle var olur. Aksi durumda, New York’taki BM binası, “uluslararası toplumun evi” değil, “Amerikan dış politikasının ek binası” haline gelir.
Hele ki, Filistin’i bir devle olarak tanıma kararının alınacağı bu görüşmeye Abbas’ın getirilmemesi hem diplomatik hem hukuki bir sorun. Bu karar artık sadece Müslüman ülkeleri değil aynı zamanda tanıma kararı vereceğini söyleyen Avrupa ülkelerini de rahatsız edecektir.
Türkiye’nin rolü ise bu noktada çok önemli. Zira Türkiye, sadece Filistin’in haklarını savunmakla kalmıyor; aynı zamanda uluslararası hukukun evrensel ilkelerini de hatırlatıyor. Bu kriz, Türkiye’nin arabulucu kimliğini ve BM’ye olan bağlılığını daha görünür kılabilir.
Son söz: Barış mı, susturma mı?
Trump barış diyor, Rubio yasak koyuyor. Bu, yalnızca Amerikan siyasetinin iç çelişkisi değil, aynı zamanda uluslararası düzenin krizidir. Eğer bir dünya lideri, Birleşmiş Milletler kürsüsüne çıkıp konuşamayacaksa; BM’nin “ulusların eşitliği” ilkesi sadece kâğıt üzerinde kalır. Filistin liderinin sesi kısılırken, aslında mazlum halkların sesi susturuluyor. Bugün Mahmut Abbas’a vize verilmedi diye geçiştirilen bu karar, yarın başka bir ülke için emsal haline gelebilir. Bugün Filistin’in mikrofonu kapatılırsa, yarın hangi halkın çığlığı kulaklardan silinecek? Daha da vahimi, ABD’nin bu tavrı, BM’yi New York’ta ev sahipliği yapan bir ülkenin tekeline indirger. Oysa BM’nin varlık nedeni, hiçbir ülkenin çıkarına mahkûm olmadan, evrensel ilkeleri savunmaktır. Washington’un bu kararı, BM’nin bağımsızlığını gölgelemekle kalmıyor, küresel barış umuduna da darbe vuruyor. Türkiye, bu noktada yalnızca Filistin’in değil, BM’nin geleceğinin de savunucusudur. Çünkü Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da sıkça ifade ettiği gibi Barış, karşı tarafın susturulmasıyla değil, karşı tarafla konuşarak kurulur. Eğer gerçekten bir “Trump barışı” olacaksa, bu barışın ilk sınavı New York’taki kürsüde verilmelidir. Bugün dünya iki seçenekle karşı karşıya: ya sessiz kalıp mazlumların sesinin kısılmasına izin verecek ya da hukukun ve diplomasinin onurunu koruyacak. Tarih, bu tercihi not edecek.